Kibirli ve zengin birisi kapısına gelen bir fakire bir şey vermediği gibi, onu hem paylar hem de kapıyı yüzüne kapatır. Zavallı fakir içlenir; bir tarafa çekilir ve oturur, ağlamaya başlar. Bir kör, onun ağlamalarını duyar. Kalkar yanına gelir, niçin böyle üzgün olduğunu, ağladığını sorar.
Fakir olanı biteni anlatır.
Kör, teselli vererek, üzülmemesini, kendi evine gelmesini, evinde kalmasını, ekmeğini çorbasını kendisiyle paylaşmasını ister ve ısrarda eder. Fakir onun içtenliği ve ısrarı karşısında kabul eder, onunla gider.
Kör ona karşı çok güzel bir konukseverlik gösterir. Fakirin, hem karnı doyar hem de gönlü hoş olur.
Gönlü öyle hoş olur ki, o hoşnutluk içinde:
- Sen bana evini açtın, sen bana gönlünü açtın, Kadir Mevlamda senin gözünü açsın, diye dua eder.
Gece olur, körde bir gariplenir bir gariplenir ki, o gariplik içersin de gözünden birkaç damla yaş damlar, gözleri birden açılır. Görmeğe başlar.
Körün görmesi ile ilgili haber bir anda şehirde yayılır. Yer yerinden oynar. Bu haberi onu kapısından kovan, kovmakla kalmayan taş yüreklide duyar. İşin doğruluğunu anlamak için gözü açılan şahsa gelir:
- Çok şanslıymışsın. Gözün nasıl açıldı, kim açtı.
- Hey! Seni gidi gafil seni, sen nasıl bir adammışsın ki, öyle bir mübarek zatı azarladın, üzdün, yüzünü yıktın. Devlet kuşunu bıraktın, baykuş ile meşgul oldun. Gözümün kapısını, senin yüzüne kapıyı kapattığın o kimse açtı.
- Desene kendime yazık ettim, öyle bir doğanmış ki öyle bir devletmiş ki, kıymetini bilemedim, bana değil sana nasip oldu, ben avlayamadım sen avladın, der ve kıskançlıkla parmağını ısırır.
Şimdi buradan şuraya geleceğim. Zenginlerimiz var. Maddi durumları çok iyi olan milyonlarca insanımız var. Bunlara rağmen milyonlarca aç var, milyonlarca sıkıntısı olan Müslümanlar var.
Genellikle ifade edildiği gibi İslâmiyet bir yardımlaşma dinidir. İslamiyet’ten önce de sonra da hiç bir din ve fikir sistemi onun kadar bu konuya eğilmemiş yardım anlayışını ve bu anlayışın uygulanışını bu kadar geniş boyutlara ulaştıramamıştır. Fakat ülkemizde, İslam ülkelerinde ve özellikle şehrimizin insanları maalesef fakiri arama bulma onlara destek verme gibi durumlarda birçok zengin sınıfta kalmış ve kalmaktadır.
Hiç unutmam, askerde iken çok zengin olan asker arkadaşlarım vardı. Birini hiç unutmam onunla da küçük bir tartışmamız olmuştu. O şunu savunuyor du: “Bana ne kardeşim ben çalıştım, babam çalışmış zengin olmuşuz. Onlarda çalışsınlar. Kazandıklarımı kimseyle paylaşmam.” Ben kendisine birçok şey anlattım da. Şunun altını çizdim. Sen nerede, nasıl, kimin evladı olarak, maddi durumun, rengin, ırkın vs. hakkında sana dünyaya gelirken bir şey soruldu mu? Yooo, dedi:
İşte bütün mesele budur. Allah (c.c.) bizi şu imtihan dünyasına gönderirken imtihan başlama şartlarını O koyuverirken, dünyada ki yaşamımız için deki karşılıklarımızı O tayin ediyor.
Yüce kitabımız Kur’an-ı Kerim’den öğrendiğimiz bu gerçeği, hayatımızın her anında görüyoruz. Geçmişte olduğu gibi, şimdi de hayatı paylaşan insanlar, aynı düzeyde değillerdir, örneğin zayıfı, güçlüsü, fakiri, zengini, erkeği, kadını gibi. Böyle insan toplulukları beraber doğup, beraber ölürler. Bu beraberlik “hayatın kaynağını” oluşturuyor.
Ancak bu farklı insanlar, yaşadıkları süre içinde birbirlerine ihtiyaç duyarlar. Zenginler fakirlere ihtiyaç duyar. Hiç bir zengin benim kimseye ihtiyacım yoktur diyemez. O insan servetini çalıştırdığı insanların gücü ile kazanır. Zira kimi çalıştırıyorsa ona muhtaç demektir.
İnsanların birbirlerine muhtaç olmaları, aralarındaki yardımlaşmaları zorunluluğunu ortaya çıkarır. Yardımlaşma toplum halinde yaşamanın sonucudur.
Yüce Rabbimiz: “İyilikte ve kötülükten sakınmakta birbirinizle yardımlaşın, günah ve düşmanlıkta yardımlaşmayın.” buyuruyor. Zekât vermenin, güzel söz söylemenin ve daha pek çok şeyin, iyi olarak kabul edersek, yardımlaşmanın sınırını sonsuz olduğunu anlarız.
Yardımlaşmanın konusunun içinde, maldan sevgiye kadar her şey verilebilir. Verme işi bazan zekât fitre gibi mecburi olduğu halde, bazan tamamen isteğe bağlıdır. Bu vermenin sınırı yoktur. Bu yardımın dışında, Müslümanlar birbirlerine sevgi ile bağlanmak zorundadırlar.
Allah adıyla yapılan yardımla yoksullar korunmuş olur. Onlara yapılan maddi yardımlar, onların hırsızlık gibi kötü yollara sürüklenmesini engeller.
Yardım yapanla yapılan arasında sevgi ve ülfet doğar. Yardımla topluma kazandırılan insanlar kin, haset, düşmanlık gibi kötü huylardan kurtulur, kimsenin malında gözü olmaz.
Hz. Muhammed (s.a.v.), Müslümanlara yardım edilenin değil, yardım eden kişi olmalarını istemiştir. Sıkıntı zamanında Müslümanlardan yardım, anlayış ve sevgi görenler, sıkıntılarını atlatınca, alan değil veren kişiler olmaya çalışacaktır.
Zekât, sadaka ve diğer maddî yardımlar, Müslümanların güçlü olmalarında, birlik ve beraberlik içinde bulunmalarında en büyük etkendir. Yardımlaşma, zenginle fakir, tokla aç arasındaki uçurumu kapatır ve sevgi, saygı bağı kurar.
Yardımlaşmanın yaygın olduğu toplumlarda dostluk duyguları güçlü olur. Fakirlik ve bununla gelen dilencilik ortadan kalkar.
Bilhassa zenginlerimizden çok önemli gördüğüm bir meseleyle konumu bitireyim.
Durumu iyi olanlar mutlaka gençlerimizin eğitim ve öğretimine katkı vermeleridir. Bir kampanya olarak haydin zenginlerimiz kaç öğrenci okutuyorsunuz?
Kaç öğrencimize burs veriyorsunuz?
Kaç öğrencimizin okul masraflarını karşılıyorsunuz?
Fakir olanı biteni anlatır.
Kör, teselli vererek, üzülmemesini, kendi evine gelmesini, evinde kalmasını, ekmeğini çorbasını kendisiyle paylaşmasını ister ve ısrarda eder. Fakir onun içtenliği ve ısrarı karşısında kabul eder, onunla gider.
Kör ona karşı çok güzel bir konukseverlik gösterir. Fakirin, hem karnı doyar hem de gönlü hoş olur.
Gönlü öyle hoş olur ki, o hoşnutluk içinde:
- Sen bana evini açtın, sen bana gönlünü açtın, Kadir Mevlamda senin gözünü açsın, diye dua eder.
Gece olur, körde bir gariplenir bir gariplenir ki, o gariplik içersin de gözünden birkaç damla yaş damlar, gözleri birden açılır. Görmeğe başlar.
Körün görmesi ile ilgili haber bir anda şehirde yayılır. Yer yerinden oynar. Bu haberi onu kapısından kovan, kovmakla kalmayan taş yüreklide duyar. İşin doğruluğunu anlamak için gözü açılan şahsa gelir:
- Çok şanslıymışsın. Gözün nasıl açıldı, kim açtı.
- Hey! Seni gidi gafil seni, sen nasıl bir adammışsın ki, öyle bir mübarek zatı azarladın, üzdün, yüzünü yıktın. Devlet kuşunu bıraktın, baykuş ile meşgul oldun. Gözümün kapısını, senin yüzüne kapıyı kapattığın o kimse açtı.
- Desene kendime yazık ettim, öyle bir doğanmış ki öyle bir devletmiş ki, kıymetini bilemedim, bana değil sana nasip oldu, ben avlayamadım sen avladın, der ve kıskançlıkla parmağını ısırır.
Şimdi buradan şuraya geleceğim. Zenginlerimiz var. Maddi durumları çok iyi olan milyonlarca insanımız var. Bunlara rağmen milyonlarca aç var, milyonlarca sıkıntısı olan Müslümanlar var.
Genellikle ifade edildiği gibi İslâmiyet bir yardımlaşma dinidir. İslamiyet’ten önce de sonra da hiç bir din ve fikir sistemi onun kadar bu konuya eğilmemiş yardım anlayışını ve bu anlayışın uygulanışını bu kadar geniş boyutlara ulaştıramamıştır. Fakat ülkemizde, İslam ülkelerinde ve özellikle şehrimizin insanları maalesef fakiri arama bulma onlara destek verme gibi durumlarda birçok zengin sınıfta kalmış ve kalmaktadır.
Hiç unutmam, askerde iken çok zengin olan asker arkadaşlarım vardı. Birini hiç unutmam onunla da küçük bir tartışmamız olmuştu. O şunu savunuyor du: “Bana ne kardeşim ben çalıştım, babam çalışmış zengin olmuşuz. Onlarda çalışsınlar. Kazandıklarımı kimseyle paylaşmam.” Ben kendisine birçok şey anlattım da. Şunun altını çizdim. Sen nerede, nasıl, kimin evladı olarak, maddi durumun, rengin, ırkın vs. hakkında sana dünyaya gelirken bir şey soruldu mu? Yooo, dedi:
İşte bütün mesele budur. Allah (c.c.) bizi şu imtihan dünyasına gönderirken imtihan başlama şartlarını O koyuverirken, dünyada ki yaşamımız için deki karşılıklarımızı O tayin ediyor.
Yüce kitabımız Kur’an-ı Kerim’den öğrendiğimiz bu gerçeği, hayatımızın her anında görüyoruz. Geçmişte olduğu gibi, şimdi de hayatı paylaşan insanlar, aynı düzeyde değillerdir, örneğin zayıfı, güçlüsü, fakiri, zengini, erkeği, kadını gibi. Böyle insan toplulukları beraber doğup, beraber ölürler. Bu beraberlik “hayatın kaynağını” oluşturuyor.
Ancak bu farklı insanlar, yaşadıkları süre içinde birbirlerine ihtiyaç duyarlar. Zenginler fakirlere ihtiyaç duyar. Hiç bir zengin benim kimseye ihtiyacım yoktur diyemez. O insan servetini çalıştırdığı insanların gücü ile kazanır. Zira kimi çalıştırıyorsa ona muhtaç demektir.
İnsanların birbirlerine muhtaç olmaları, aralarındaki yardımlaşmaları zorunluluğunu ortaya çıkarır. Yardımlaşma toplum halinde yaşamanın sonucudur.
Yüce Rabbimiz: “İyilikte ve kötülükten sakınmakta birbirinizle yardımlaşın, günah ve düşmanlıkta yardımlaşmayın.” buyuruyor. Zekât vermenin, güzel söz söylemenin ve daha pek çok şeyin, iyi olarak kabul edersek, yardımlaşmanın sınırını sonsuz olduğunu anlarız.
Yardımlaşmanın konusunun içinde, maldan sevgiye kadar her şey verilebilir. Verme işi bazan zekât fitre gibi mecburi olduğu halde, bazan tamamen isteğe bağlıdır. Bu vermenin sınırı yoktur. Bu yardımın dışında, Müslümanlar birbirlerine sevgi ile bağlanmak zorundadırlar.
Allah adıyla yapılan yardımla yoksullar korunmuş olur. Onlara yapılan maddi yardımlar, onların hırsızlık gibi kötü yollara sürüklenmesini engeller.
Yardım yapanla yapılan arasında sevgi ve ülfet doğar. Yardımla topluma kazandırılan insanlar kin, haset, düşmanlık gibi kötü huylardan kurtulur, kimsenin malında gözü olmaz.
Hz. Muhammed (s.a.v.), Müslümanlara yardım edilenin değil, yardım eden kişi olmalarını istemiştir. Sıkıntı zamanında Müslümanlardan yardım, anlayış ve sevgi görenler, sıkıntılarını atlatınca, alan değil veren kişiler olmaya çalışacaktır.
Zekât, sadaka ve diğer maddî yardımlar, Müslümanların güçlü olmalarında, birlik ve beraberlik içinde bulunmalarında en büyük etkendir. Yardımlaşma, zenginle fakir, tokla aç arasındaki uçurumu kapatır ve sevgi, saygı bağı kurar.
Yardımlaşmanın yaygın olduğu toplumlarda dostluk duyguları güçlü olur. Fakirlik ve bununla gelen dilencilik ortadan kalkar.
Bilhassa zenginlerimizden çok önemli gördüğüm bir meseleyle konumu bitireyim.
Durumu iyi olanlar mutlaka gençlerimizin eğitim ve öğretimine katkı vermeleridir. Bir kampanya olarak haydin zenginlerimiz kaç öğrenci okutuyorsunuz?
Kaç öğrencimize burs veriyorsunuz?
Kaç öğrencimizin okul masraflarını karşılıyorsunuz?
Mehmet Emin YAĞMUR
Orduzu Kireç Ocağı Camii İmam-Hatibi
İlahiyatçı-İktisatçı
[email protected]
www.kirecocagicami.com
05369696634
Orduzu Kireç Ocağı Camii İmam-Hatibi
İlahiyatçı-İktisatçı
[email protected]
www.kirecocagicami.com
05369696634