Bu nedenle, okuyucu ilk önce kendi zihnini önceden kalıplaşmış kavramlardan yalıtmalı ve bu Kitab’ın ayırıcı ve eşsiz özellikleri olduğunu kabul etmelidir. İşte yeniden kafalarımızda olmaması gereken kurgulardan uzaklaşarak okumalıdır. Okuyucu işte ancak o zaman Kur’an’ı anlayabilir.
Kur’an’ı iyice anlayabilmek için bu Kitab’ın tabiatını, merkezi fikrini, amaç ve hedefini bilmek gerekir. Okuyucu aynı zamanda O’nun üslûbuna, kullandığı terimlere ve açıklama yaparken kullandığı usule yatkın olmalıdır. Bir bölümü incelerken, o bölümün indirildiği zaman ve zemini de göz önünde bulundurmalıdır.
Okuyucu her şeyden önce, Kur’an’ın mahiyetini kavramalıdır. Başlangıç noktası olarak kişi O’nun vahy edilmiş bir kitap olduğuna inansın ya da inanmasın, Kur’an’ın kendisinin ve O’nu bize ulaştıran Hz. Muhammed’in (s.a) öne sürdüğü Kur’an’ın ilâhî bir kılavuz olduğu iddiasını göz önünde bulundurmalıdır.
Âlemlerin Rabbi, Yaratıcısı, Mâliki ve Hâkimi, insanı yaratmış ve onu öğrenme, konuşma, anlama ve doğruyu yanlıştan, iyiyi kötüden ayırma melekeleriyle donatmıştır. Ona seçme, istediğini yapma özgürlüğü ve elde etme yetkisi vermiştir. Kısacası, ona bir tür muhtariyet vermiş, onu yeryüzünde kendi halifesi olarak ilân etmiş ve ona kendi Hidayeti’ne (doğru yol) uygun bir şekilde yaşamasını emretmiştir.
Âlemlerin Rabbi, insanı kendi halifesi ilân ettiğinde ona açıkça, zihninde hiç bir şüpheye yer kalmayacak şekilde kendisi ile ne tür bir ilişki içinde olacağını bildirmiştir:
“Ben sizin ve tüm evrenin Sahibi ve Hakimi’yim; o halde başkasına değil, bana ibadet etmelisiniz. Siz, ne benim mülkümden bağımsızsınız, ne de itaat ve ibadet edeceğiniz bir başkasının kulusunuz. Yeryüzüne imtihan olunmak üzere belirli bir zaman için, belirli güçlerle gönderildiniz. Ondan sonra yine bana döneceksiniz. O zaman, dünyada yaptığınız amelleri değerlendireceğim ve imtihanı kazanıp kazanmadığınıza karar vereceğim.”
“Bu nedenle Doğru Yol, gönüllü olarak beni Hâkim kabul etmeniz, yalnız bana ibadet etmeniz, yeryüzünde size göndereceğim kılavuza göre hareket etmeniz ve yeryüzünde, orasının sizin için sadece bir imtihan ve deneme yeri olduğunu bilerek yaşamanızdır. Dünya hayatınızın gayesi, Hüküm gününde imtihanı geçmek olmalıdır. O halde İlâhî Hidayet’ten farklı ve ona karşı olan her yol bâtıldır.”
“Eğer doğru yolu seçerseniz -ki bunu seçme hürriyet ve serbestîsine sahipsiniz- bu dünyada barış ve huzura; dönmek zorunda olduğunuz Ahiret’te ise ebedî saadete (Cennet) kavuşursunuz. Fakat bâtıl yolu seçerseniz -ki bunu da seçme gücüne sahipsiniz- bu dünyada benim gazabıma, Ahiret’te de çok acıklı bir azaba (Cehennem) uğrarsınız.”
Kâinatın sahibi olan Yüce Allah (c.c.) böyle bir uyarı yaptıktan sonra, Âdem ile Havva’yı (a.s) yani ilk insanları yeryüzüne gönderdi ve onlara, kendilerinin ve zürriyetlerinin izlemeleri için Hidayet verdi. Bu hidayet öyle bir hidayettir ki, insanlığın başından bu kâinatın son bulacağı vakte kadar devam edecek olan Rahmani İlahidir. Bu İlahi Rahmani Hz. Adem (a.s.)’ dan kıyamete kadar devam edecek olan Yüce Mevla’mızın bizlere şu kainatta nasıl yaşamamız gereken itikadı tutum ve davranışlarımız ile hayat nizamımızı nasıl ikame edeceğimizin bir gösterimini bizlere sunmasıdır.
Kur’an’ı iyice anlayabilmek için bu Kitab’ın tabiatını, merkezi fikrini, amaç ve hedefini bilmek gerekir. Okuyucu aynı zamanda O’nun üslûbuna, kullandığı terimlere ve açıklama yaparken kullandığı usule yatkın olmalıdır. Bir bölümü incelerken, o bölümün indirildiği zaman ve zemini de göz önünde bulundurmalıdır.
Okuyucu her şeyden önce, Kur’an’ın mahiyetini kavramalıdır. Başlangıç noktası olarak kişi O’nun vahy edilmiş bir kitap olduğuna inansın ya da inanmasın, Kur’an’ın kendisinin ve O’nu bize ulaştıran Hz. Muhammed’in (s.a) öne sürdüğü Kur’an’ın ilâhî bir kılavuz olduğu iddiasını göz önünde bulundurmalıdır.
Âlemlerin Rabbi, Yaratıcısı, Mâliki ve Hâkimi, insanı yaratmış ve onu öğrenme, konuşma, anlama ve doğruyu yanlıştan, iyiyi kötüden ayırma melekeleriyle donatmıştır. Ona seçme, istediğini yapma özgürlüğü ve elde etme yetkisi vermiştir. Kısacası, ona bir tür muhtariyet vermiş, onu yeryüzünde kendi halifesi olarak ilân etmiş ve ona kendi Hidayeti’ne (doğru yol) uygun bir şekilde yaşamasını emretmiştir.
Âlemlerin Rabbi, insanı kendi halifesi ilân ettiğinde ona açıkça, zihninde hiç bir şüpheye yer kalmayacak şekilde kendisi ile ne tür bir ilişki içinde olacağını bildirmiştir:
“Ben sizin ve tüm evrenin Sahibi ve Hakimi’yim; o halde başkasına değil, bana ibadet etmelisiniz. Siz, ne benim mülkümden bağımsızsınız, ne de itaat ve ibadet edeceğiniz bir başkasının kulusunuz. Yeryüzüne imtihan olunmak üzere belirli bir zaman için, belirli güçlerle gönderildiniz. Ondan sonra yine bana döneceksiniz. O zaman, dünyada yaptığınız amelleri değerlendireceğim ve imtihanı kazanıp kazanmadığınıza karar vereceğim.”
“Bu nedenle Doğru Yol, gönüllü olarak beni Hâkim kabul etmeniz, yalnız bana ibadet etmeniz, yeryüzünde size göndereceğim kılavuza göre hareket etmeniz ve yeryüzünde, orasının sizin için sadece bir imtihan ve deneme yeri olduğunu bilerek yaşamanızdır. Dünya hayatınızın gayesi, Hüküm gününde imtihanı geçmek olmalıdır. O halde İlâhî Hidayet’ten farklı ve ona karşı olan her yol bâtıldır.”
“Eğer doğru yolu seçerseniz -ki bunu seçme hürriyet ve serbestîsine sahipsiniz- bu dünyada barış ve huzura; dönmek zorunda olduğunuz Ahiret’te ise ebedî saadete (Cennet) kavuşursunuz. Fakat bâtıl yolu seçerseniz -ki bunu da seçme gücüne sahipsiniz- bu dünyada benim gazabıma, Ahiret’te de çok acıklı bir azaba (Cehennem) uğrarsınız.”
Kâinatın sahibi olan Yüce Allah (c.c.) böyle bir uyarı yaptıktan sonra, Âdem ile Havva’yı (a.s) yani ilk insanları yeryüzüne gönderdi ve onlara, kendilerinin ve zürriyetlerinin izlemeleri için Hidayet verdi. Bu hidayet öyle bir hidayettir ki, insanlığın başından bu kâinatın son bulacağı vakte kadar devam edecek olan Rahmani İlahidir. Bu İlahi Rahmani Hz. Adem (a.s.)’ dan kıyamete kadar devam edecek olan Yüce Mevla’mızın bizlere şu kainatta nasıl yaşamamız gereken itikadı tutum ve davranışlarımız ile hayat nizamımızı nasıl ikame edeceğimizin bir gösterimini bizlere sunmasıdır.