İnsanın fıtratında, kendinden daha üstün bir güce ya da daha üstün olduğunu sandığı bir varlığa tapınma eğilimi vardır. Bu eğilim elbette ki tüm varlıkları, Allah’a meyletmek için var edilmiştir. Ama çoğu zaman insanlık bu asıl amacın dışına çıkarak, ilahlıkla hiç alakası olmayan eşya, insan, sistem ya da tabiattaki herhangi bir varlığı erişilemez güç olarak atfedip ilahlaştırmıştır. İlah seçimi doğrudur ya da yanlıştır, bu farklı bir konu ama genel anlamda, insandaki bu ilah edinme faktörüne din ya da bir diğer açılımıyla inanç kültürü denilmektedir.
Nitekim insanlar, tarih boyunca çok değişik inanış biçimlerini kendilerine din edinmişler ve ona göre yaşamışlardır. Zira bu farklılığı belirleyen en büyük etkense, içinde bulundukları hayat tarzı ve ihtiyaçlarıdır. İnsanlar her ne kadar ihtiyaçları ölçüsünde kendilerine bir yol çizmeye çalışsalar da sürekli yanlışa meyledip, çaresizlik içinde çıkmaza girmişlerdir. İşte bunun içindir ki Allah belli dönemlerde insanlara doğruyu görmeleri için yine kendi içlerinden kendileri gibi biri olan insanları seçip onlara önderlik yapmalarını sağlamıştır. Peygamber diye isimlendirdiğimiz bu nadide insanlar, her ne kadar içinde bulundukları toplumları hayat ve anlayış bakımından doğruya sevk etseler de zamanla o toplumlar yine dejenere olmuşlardır. Bu, elbette birazda insanın fıtratı itibariyle yanlışa olan meylinden kaynaklanmaktadır. Bu yanlıştaki en aktif rol ise insanda bulunan “ben bilirim” havası ya da sevgi ve saygıda aşırıya kaçma duygusudur.
Tarihi objektif bir şekilde incelediğimiz de, gördüğümüz en belirgin gerçek şudur ki insanları, ya kendilerine zorbalıkla ilahlık taslayan bir hükümdara olan aşırı saygıları ya da herhangi bir özelliği itibariyle muhabbetlerini kazanmış kahramanlara olan aşırı sevgileri, onları ilahlaştırmalarına ve böylece de şirk pisliğine bulaşmalarına neden olmuştur. Onun için şunu net olarak bilmeliyiz ki insan; kâinattaki hiçbir şeye, her ne sebeple olursa olsun kesinlikle aşırı saygı ya da aşırı sevgi beslememelidir. Çünkü evrendeki her şeyin tek sahibi kesinlikle Allah’tır ve onun dışındaki her şey, elbet bir gün yok olmaya mahkûmdur yani hiçbir şeyin ekstra özelliği yoktur. Bu nedenle en doğru inanış biçimi, sadece Allah’ı ilah kabul etmek ve onun dışındaki hiçbir şeyi yüceleştirmemektir. Zaten gerçekte de bu böyledir yani hiç bir şey ve hiçbir kimse onunla asla boy ölçüşemez. Zira o Allah ki, tüm zaman ve mekânların tek sahibidir.
Nitekim din, inanç, düşünce ve anlayış bakımından herkes özgürdür. Çevresindekilere zarar vermediği ve onların özgürlüklerini kısıtlamadığı sürece isteyen istediği şekilde düşünüp, istediği biçimde yaşama hakkına sahiptir. Allah herkesi özgür yaratmış ve herkesin her özelliğini kendine vermiştir. En sonunda da herkes, kendisi için kazılan mezara gömülecek ve kendi hesabını, kendisi verecektir. O nedenle hiç kimsenin hiçbir şekilde hiç kimsenin inancı, düşüncesi ve yaşantı şeklini engellemek ve kısıtlamak gibi bir hakkı yoktur.
Düşüncesine veya inancına katılırsınız ya da katılmazsınız bu sizin bileceğiniz bir şeydir ama kesinlikle insanların inanç ve düşünce biçimine saygı duymak zorundasınızdır. Musevi, İsevi, Müslüman, Mecusi, Ateist, Budist veya Şamanist her ne olursa olsun insanların ya da toplumların, inançlarını küçümsemek, aşağılamak, yadırgamak ve onların saygı duyduğu herhangi bir şeye hakaret etmek kesinlikle yanlıştır. O insanların düşünce ve inanç biçimleri size yanlış gelebilir ama o, onların doğrusudur. Ne biliyorsunuz belki de, sizin düşünce şekliniz yanlıştır ve onların ki doğrudur.
Onun için böylesi durumlarda yapılması gereken tek şey, saygı ve sevgi çerçevesi içinde her iki tarafında bağımsız bir şekilde, düşüncesini ortaya koyarak doğru olanı bulmaya çalışmalarıdır. Ama maalesef günümüz çağdaş dünyasında insanlar, birbirlerinin inanç ve düşüncelerine saygı duymak bir tarafa; tam aksine kendisi gibi düşünmeyen ve inanmayan insanları ya da toplumları infilak etmeye çalışılmaktadır. Nitekim tüm insanlık adına belirtiyorum ki, böyle bir uygulama biçimi, kesinlikle çok vahşicedir.
Ayrıca tüm bunları göz önüne alarak diyoruz ki, lütfen hiç kimse düşünce, inanç ve yaşantı şeklinden dolayı kimseyi yadırgamasın ve de bundan dolayı yargılanmasın. Zira böyle bir şey, en büyük insanlık ayıbıdır.Saygılarımla.
MEHMET EMİN YAĞMUR
ORDUZU KİREÇOCAĞI CAMİ
İMAM-HATİBİ
Nitekim insanlar, tarih boyunca çok değişik inanış biçimlerini kendilerine din edinmişler ve ona göre yaşamışlardır. Zira bu farklılığı belirleyen en büyük etkense, içinde bulundukları hayat tarzı ve ihtiyaçlarıdır. İnsanlar her ne kadar ihtiyaçları ölçüsünde kendilerine bir yol çizmeye çalışsalar da sürekli yanlışa meyledip, çaresizlik içinde çıkmaza girmişlerdir. İşte bunun içindir ki Allah belli dönemlerde insanlara doğruyu görmeleri için yine kendi içlerinden kendileri gibi biri olan insanları seçip onlara önderlik yapmalarını sağlamıştır. Peygamber diye isimlendirdiğimiz bu nadide insanlar, her ne kadar içinde bulundukları toplumları hayat ve anlayış bakımından doğruya sevk etseler de zamanla o toplumlar yine dejenere olmuşlardır. Bu, elbette birazda insanın fıtratı itibariyle yanlışa olan meylinden kaynaklanmaktadır. Bu yanlıştaki en aktif rol ise insanda bulunan “ben bilirim” havası ya da sevgi ve saygıda aşırıya kaçma duygusudur.
Tarihi objektif bir şekilde incelediğimiz de, gördüğümüz en belirgin gerçek şudur ki insanları, ya kendilerine zorbalıkla ilahlık taslayan bir hükümdara olan aşırı saygıları ya da herhangi bir özelliği itibariyle muhabbetlerini kazanmış kahramanlara olan aşırı sevgileri, onları ilahlaştırmalarına ve böylece de şirk pisliğine bulaşmalarına neden olmuştur. Onun için şunu net olarak bilmeliyiz ki insan; kâinattaki hiçbir şeye, her ne sebeple olursa olsun kesinlikle aşırı saygı ya da aşırı sevgi beslememelidir. Çünkü evrendeki her şeyin tek sahibi kesinlikle Allah’tır ve onun dışındaki her şey, elbet bir gün yok olmaya mahkûmdur yani hiçbir şeyin ekstra özelliği yoktur. Bu nedenle en doğru inanış biçimi, sadece Allah’ı ilah kabul etmek ve onun dışındaki hiçbir şeyi yüceleştirmemektir. Zaten gerçekte de bu böyledir yani hiç bir şey ve hiçbir kimse onunla asla boy ölçüşemez. Zira o Allah ki, tüm zaman ve mekânların tek sahibidir.
Nitekim din, inanç, düşünce ve anlayış bakımından herkes özgürdür. Çevresindekilere zarar vermediği ve onların özgürlüklerini kısıtlamadığı sürece isteyen istediği şekilde düşünüp, istediği biçimde yaşama hakkına sahiptir. Allah herkesi özgür yaratmış ve herkesin her özelliğini kendine vermiştir. En sonunda da herkes, kendisi için kazılan mezara gömülecek ve kendi hesabını, kendisi verecektir. O nedenle hiç kimsenin hiçbir şekilde hiç kimsenin inancı, düşüncesi ve yaşantı şeklini engellemek ve kısıtlamak gibi bir hakkı yoktur.
Düşüncesine veya inancına katılırsınız ya da katılmazsınız bu sizin bileceğiniz bir şeydir ama kesinlikle insanların inanç ve düşünce biçimine saygı duymak zorundasınızdır. Musevi, İsevi, Müslüman, Mecusi, Ateist, Budist veya Şamanist her ne olursa olsun insanların ya da toplumların, inançlarını küçümsemek, aşağılamak, yadırgamak ve onların saygı duyduğu herhangi bir şeye hakaret etmek kesinlikle yanlıştır. O insanların düşünce ve inanç biçimleri size yanlış gelebilir ama o, onların doğrusudur. Ne biliyorsunuz belki de, sizin düşünce şekliniz yanlıştır ve onların ki doğrudur.
Onun için böylesi durumlarda yapılması gereken tek şey, saygı ve sevgi çerçevesi içinde her iki tarafında bağımsız bir şekilde, düşüncesini ortaya koyarak doğru olanı bulmaya çalışmalarıdır. Ama maalesef günümüz çağdaş dünyasında insanlar, birbirlerinin inanç ve düşüncelerine saygı duymak bir tarafa; tam aksine kendisi gibi düşünmeyen ve inanmayan insanları ya da toplumları infilak etmeye çalışılmaktadır. Nitekim tüm insanlık adına belirtiyorum ki, böyle bir uygulama biçimi, kesinlikle çok vahşicedir.
Ayrıca tüm bunları göz önüne alarak diyoruz ki, lütfen hiç kimse düşünce, inanç ve yaşantı şeklinden dolayı kimseyi yadırgamasın ve de bundan dolayı yargılanmasın. Zira böyle bir şey, en büyük insanlık ayıbıdır.Saygılarımla.
MEHMET EMİN YAĞMUR
ORDUZU KİREÇOCAĞI CAMİ
İMAM-HATİBİ