Prof. Dr. Cengiz YAKINCI

Prof. Dr. Cengiz YAKINCI

Çocuk, çocuğa emanet edilir mi?

 Bundan yaklaşık üç yıl önce bir gazete haberinde bir annenin üç aylık kızını, üç yaşındaki büyük (!) kızına emanet ederek evden çıktığını, muhtemelen elektrikli ısıtıcının devrilmesi sonucu çıkan yangında, iki çocuğunda da yanarak can verdiğini okumuştum. Buna benzer bir diğer habere yine yakın bir zamanda televizyonda rastlamıştım. Bu kez biri dört yaşında, biri üç yaşında, diğeri yedi aylık olan üç kardeşin evlerinde yanarak öldüğü haberini izlemiştim, içim burkularak…

Okuduğum ve izlediğim haberlere mizacım gereği temkinli yaklaşmaya çalışır, haberin aslının sunulduğu şekilde mi yoksa değiştirilerek mi verildiğini, araştırma yoluna giderdim. Belki de beynimin ve kalbimin bana yaptırmak istediği bir oyundu bu, çünkü hem beynim hem de kalbim bir ebeveynin, her ne olursa olsun, küçücük çocuklarını yalnız başlarına, korunmasız ve savunmasız bir hâlde bırakmalarına razı olamazdı. Vardır elbet başka açıklaması, deyip haberlerin böyle olmadığına kendimi inandırmaya çalışarak bu elim hadiseleri unutmaya çabaladım, tekrar yaşanmamasını dileyerek…

Arzu etmek, iyiyi istemek çözüm olmuyor maalesef, beynimin ve kalbimin bahane üretemeyeceği bir olay yaşayana kadar iyi niyet maskesini takmaya devam ettim yanlışların yüzüne. Ta ki bu hafta içerisinde şahit olduğum olaya kadar.

Hastanemize ilginç bir vaka geldi hafta içerisinde. Vaka, ilginç değil aslında. Vakayı ilginç hâle getiren, vaka hâline gelmeden önceki hadise. Yedi aylık, Ayşegül adında küçük ve şirin bir hasta konuk oldu servisimize. Ayşegül, yedi aylık bir bebek ve kendinden hayli büyük (!) üç buçuk yaşında Ali isimli bir ağabeyi var. Malumunuz yaz ayındayız ve Malatya için bu aylar, kayısıların toplandığı, kurutulduğu, altın değerindeki aylar. Her şeyden önemli aylar yani, her şeyden…

Bu ayların her şeyden önemli olduğunu düşünen Ali ve Ayşegül’ün ebeveynleri de kayısılarını toplamak için iki çocuğu odalarında yalnız bırakıp kendi ifadeleri ile “küçük çocuğu büyük çocuğa emanet edip” işlerine devam ediyorlar. Ali, kocaman çocuk tabii, kardeşi emanet edilmiş ona, iyi bakması lazım. Artık nasıl düşündüyse çocukcağız, sivrisinek kovucu spreyi, kardeşi minik Ayşe’nin yüzüne sıkmış. Belki de sinekler zarar vermesin diye, tamamen safiyane bir duyguyla, olacaklardan tamamen habersiz bir hâlde. Sonra ilaç zehirlenmesi ile hastaneye getirilen minik bebek Ayşegül…

Ayşegül hastanemize geldikten sonra çocuk yoğun bakım servisine yatırıldı. Üç gün boyunca solunum sayısı hızlı seyretti, ateşi 40 derecenin üzerine çıktı; çünkü Ayşegül’de sprey ilaca bağlı şimik pnömoni (kimyasal zatürre) başlamıştı. Yapılan tedaviyle dördüncü günün sonunda Ayşegül’ün ateşi düştü, solunum sayısı normale yaklaştı ve gülmeye başladı.

Ayşegül normale dönmeye başladı ama her masal iyi sonla bitmeyebiliyor. Bazı masalların kötü sonları da vardır. Ayşegül, kendi masalının şanslı kahramanı olarak aramıza döndü ama ya dönemeseydi ya kurtaramasaydık onu? Bu kötü sonu düşünmek bile istemiyorum. Geride kalanlar ne hissederdi acaba? Ali ne hissederdi, daha üç buçuk yaşındayken kendisine kaldıramayacağı bir yük verilmiş minik bir çocuk, geri kalan yaşamında bu travmayı atlatabilir miydi? Ya anne ve babası?

Şimdi soruyorum; hangi düşünceyle küçücük bir çocuk, başka bir çocuğa emanet edilebilir, anne baba olmak bir can sorumluluğu değil mi, çocukların yaşadığı bu sorunun nedeni anne babanın bilgisizliği mi yoksa çocuklarına karşı ilgisizliği mi, çocukları bilgisizlik veya ilgisizliğin eline teslim mi etmeliyiz, bizler toplumsal sorumluluk çerçevesinde neler yapabiliriz?

Yapılması gereken o kadar çok şey var ki… En önemlisi anne ve babalığın içgüdüsel olarak yapılmadığını, gerçek ebeveynliğin öğrenilerek kazanılabileceğini, deneme yanılma yöntemi ile çocuklarımızı yetiştirme yoluna gitmeden, yanlışlar yapmadan, onlara zarar vermeden, en doğru yoldan “Nasıl iyi anne baba olabilirim?” diye düşünüp gerekli olan ne ise onları yaparak başlayabiliriz.

Bu hafta içinde yaşadığımız hadisenin ardından pratik ve sonuç alıcı bir çözüm geldi aklıma. Belki bir “kamu spotu” şeklinde kısa video çekimleri hazırlayıp televizyonlarda ailelere göstererek basit ama hayat kurtarıcı bir uyarı yapabiliriz, diye düşündüm. Bu naçizane benim fikrim, herkes iğneyi kendine batırıp “ne yapılabilir” endişesini taşırsa zannediyorum iyi anne baba olmanın da yolu açılır. Bir Kızılderi atasözünde söylendiği gibi “Bir çocuk doğar, o çocuk bütün köyündür.”

Bu çocuklar hepimizin…

Önceki ve Sonraki Yazılar
Prof. Dr. Cengiz YAKINCI Arşivi