Görevini icra ederken vefat eden doktorlarımızın, hemşirelerimizin ve diğer sağlık personelinin ölüm haberlerini gazetelerden daha sık okumaya, televizyonlardan daha sık izlemeye başlar olduk. En son duyduğumuz haber, hepimizin yüreğini burktu. Ondokuz Mayıs Üniversitesi Tıp Fakültesi Hastanesinde tedavi gören Kırım Kongo Kanamalı Ateşi hastasına iğne yapmak isteyen yirmi yedi yaşındaki Asistan Doktor Mustafa Bilgiç, yanlışlıkla iğnenin eline batması sonucu hastalık virüsünü alarak komaya girdi ve maalesef kurtarılamadı. Arkasında gözü yaşlı eşini, annesini, kız kardeşini ve sevdiklerini bırakarak daha mesleğinin çok başındayken aramızdan ayrıldı. Mustafa Bilgiç, üç yıldır bu meslek için çalışan gencecik bir doktordu ama başka hastalara şifa veremeden terk etti bizleri.
Hatırlayanlarınız olacaktır aynı hastanede benzer durum, üç yıl önce de yaşanmıştı. Kene ısırması sonucu Vezirköprü ilçesinden sevk edilen bir hastaya, serum takmak isterken serum iğnesini eline batıran Hemşire Kübra Yazım’a, Kırım Kongo Kanamalı Ateşi virüsü bulaşmış ve Yazım, tedavi altına alındığı enfeksiyon hastalıkları servisinde hayatını kaybetmişti.
Bir diğer hadise, içinde bulunduğumuz yıl içerisinde Gaziantep’te meydana gelmişti. On yedi yaşındaki hasta yakını M.G., Avukat Cengiz Gökçek Devlet Hastanesinde, görevi başında bulunan otuz yaşındaki Dr. Ersin Arslan’ı bıçakla göğsünden ve karnından yaralamış, durumu ağır olan Dr. Arslan, ameliyata alınmış; ancak yapılan tüm müdahalelere rağmen kurtarılamamıştı. Çok ses getirmişti bu ölüm. Sağlık personelinin can güvenliği yok denilmişti. Alınabilecek önlemler konuşulmuştu her zaman olduğu gibi; ama hiçbir önlem ölen doktorlarımızı geri getiremedi ve getiremezdi de… Gerçek şu ki onlar görevleri başındayken hasta insanlara şifa verme derdindeyken yaptıkları işin tüm risklerini göze alarak çalışmış ve vefat etmişlerdi.
Bu üç haberde ölüm şekilleri farklı olsa da ortak olan durum şuydu aslında: Bu insanlar görevlerini yaparken ölmüştü. Tıpkı askerlerimizin ve polislerimizin görevleri başındayken ölmesi gibi… Tıpkı Afyon’da bir askerin yere düşen el bombasının pimini yanlışlıkla çekmesi gibi… Samsun’daki gencecik doktorumuzun yanlışlıkla virüsle bulaşık enjektörü eline batırmasının, Hemşire Kübra Yazım’ın Kırım Kongolu hastaya serum takarken iğneyi eline batırmasının ardından virüs kapıp ölmesinin, Gaziantep’teki doktorumuzun hasta yakını tarafından görevinin başındayken öldürülmesinin bir farkı var mı sizce görevi başında ölen askerlerimizden ve polislerimizden? Bana kalırsa yok…
Elbette görevi sırasında görev dışı nedenlere bağlı ölümler, örneğin görevi sırasında kalp krizi geçirmek gibi durumları kastetmiyorum bunu söylerken. Nasıl ki askerimiz ve polisimiz vatanı korumak ve kurtarmak için canla başla çalışıyorsa sağlık personeli de onlarca hastayı kurtarmak için gecesini gündüzüne katıp kendi canını hiçe sayarak, mesleğinin ölümcül tüm risklerini göze alarak, ettiği yemini boşa çıkarmayarak çalışıyor. Durum böyleyken görevi nedeniyle ölen sağlık personelinin sağlık şehidi sayılması hak edilen bir durum değil mi?
Görevini icra ederken ölen personellerimizin geride kalan ailelerinin ödüllendirilmesi ve sağlık şehidi sayılması suretiyle onurlandırılması düşüncesindeyim. Ateş düştüğü yeri yakar şüphesiz. Hiçbir ödül ölen insanları geri getiremeyecektir, gözü yaşlı annelerin gözyaşlarını dindiremeyecektir. Hiçbir ödül yeni ölümlerin önüne de geçemeyecektir muhakkak; ancak doktorluk gibi onurlu bir mesleğin kutsallığını vurgulamak adına verilecek bu ödülün, sağlık personeli üzerinde çok olumlu etkiler yaratacağı inancındayım.
Şehit kanununda değişiklik yapılırken görevi nedeniyle ölen sağlık personelinin şehit sayılması ve bu yönde bir maddenin metin içinde yer alması isabetli olacaktır. Her ölüm erkendir ama görevleri başındayken kutsal bir amaç uğruna ter döküp ölen bu insanların ölümleri yürek burkan, acı veren, saygı duyulması gereken ve anıları minnetle yâd edilmesi gereken ölümler olarak hafızalarımızda kalacaktır hep.
Genç yaşta aramızdan ayrılan meslektaşım Doktor Mustafa Bilgiç’e ve görevi başında vefat eden diğer sağlık personellerimize tüm sağlık camiası adına rahmet, ailelerine başsağlığı diliyor ve yeni ölümler yaşanmadan bu insanların ellerinin sadece şifa dağıtan eller olmasını diliyorum. Yunus Emre söylesin son sözü:
“Ten fanidir, can ölmez; ölenler geri gelmez.
Ölür ise ten ölür, canlar ölesi değil.”
Hatırlayanlarınız olacaktır aynı hastanede benzer durum, üç yıl önce de yaşanmıştı. Kene ısırması sonucu Vezirköprü ilçesinden sevk edilen bir hastaya, serum takmak isterken serum iğnesini eline batıran Hemşire Kübra Yazım’a, Kırım Kongo Kanamalı Ateşi virüsü bulaşmış ve Yazım, tedavi altına alındığı enfeksiyon hastalıkları servisinde hayatını kaybetmişti.
Bir diğer hadise, içinde bulunduğumuz yıl içerisinde Gaziantep’te meydana gelmişti. On yedi yaşındaki hasta yakını M.G., Avukat Cengiz Gökçek Devlet Hastanesinde, görevi başında bulunan otuz yaşındaki Dr. Ersin Arslan’ı bıçakla göğsünden ve karnından yaralamış, durumu ağır olan Dr. Arslan, ameliyata alınmış; ancak yapılan tüm müdahalelere rağmen kurtarılamamıştı. Çok ses getirmişti bu ölüm. Sağlık personelinin can güvenliği yok denilmişti. Alınabilecek önlemler konuşulmuştu her zaman olduğu gibi; ama hiçbir önlem ölen doktorlarımızı geri getiremedi ve getiremezdi de… Gerçek şu ki onlar görevleri başındayken hasta insanlara şifa verme derdindeyken yaptıkları işin tüm risklerini göze alarak çalışmış ve vefat etmişlerdi.
Bu üç haberde ölüm şekilleri farklı olsa da ortak olan durum şuydu aslında: Bu insanlar görevlerini yaparken ölmüştü. Tıpkı askerlerimizin ve polislerimizin görevleri başındayken ölmesi gibi… Tıpkı Afyon’da bir askerin yere düşen el bombasının pimini yanlışlıkla çekmesi gibi… Samsun’daki gencecik doktorumuzun yanlışlıkla virüsle bulaşık enjektörü eline batırmasının, Hemşire Kübra Yazım’ın Kırım Kongolu hastaya serum takarken iğneyi eline batırmasının ardından virüs kapıp ölmesinin, Gaziantep’teki doktorumuzun hasta yakını tarafından görevinin başındayken öldürülmesinin bir farkı var mı sizce görevi başında ölen askerlerimizden ve polislerimizden? Bana kalırsa yok…
Elbette görevi sırasında görev dışı nedenlere bağlı ölümler, örneğin görevi sırasında kalp krizi geçirmek gibi durumları kastetmiyorum bunu söylerken. Nasıl ki askerimiz ve polisimiz vatanı korumak ve kurtarmak için canla başla çalışıyorsa sağlık personeli de onlarca hastayı kurtarmak için gecesini gündüzüne katıp kendi canını hiçe sayarak, mesleğinin ölümcül tüm risklerini göze alarak, ettiği yemini boşa çıkarmayarak çalışıyor. Durum böyleyken görevi nedeniyle ölen sağlık personelinin sağlık şehidi sayılması hak edilen bir durum değil mi?
Görevini icra ederken ölen personellerimizin geride kalan ailelerinin ödüllendirilmesi ve sağlık şehidi sayılması suretiyle onurlandırılması düşüncesindeyim. Ateş düştüğü yeri yakar şüphesiz. Hiçbir ödül ölen insanları geri getiremeyecektir, gözü yaşlı annelerin gözyaşlarını dindiremeyecektir. Hiçbir ödül yeni ölümlerin önüne de geçemeyecektir muhakkak; ancak doktorluk gibi onurlu bir mesleğin kutsallığını vurgulamak adına verilecek bu ödülün, sağlık personeli üzerinde çok olumlu etkiler yaratacağı inancındayım.
Şehit kanununda değişiklik yapılırken görevi nedeniyle ölen sağlık personelinin şehit sayılması ve bu yönde bir maddenin metin içinde yer alması isabetli olacaktır. Her ölüm erkendir ama görevleri başındayken kutsal bir amaç uğruna ter döküp ölen bu insanların ölümleri yürek burkan, acı veren, saygı duyulması gereken ve anıları minnetle yâd edilmesi gereken ölümler olarak hafızalarımızda kalacaktır hep.
Genç yaşta aramızdan ayrılan meslektaşım Doktor Mustafa Bilgiç’e ve görevi başında vefat eden diğer sağlık personellerimize tüm sağlık camiası adına rahmet, ailelerine başsağlığı diliyor ve yeni ölümler yaşanmadan bu insanların ellerinin sadece şifa dağıtan eller olmasını diliyorum. Yunus Emre söylesin son sözü:
“Ten fanidir, can ölmez; ölenler geri gelmez.
Ölür ise ten ölür, canlar ölesi değil.”