Kur'an'daki ‘nur’ kavramının zıddı olan zulüm, karanlıkta olma durumudur. Kişinin imanını açıkladığı, bazı ibadetlerini yerine getirdiği halde, dinin hayatın tamamını kapsamasına izin vermemesi ise imanına zulüm karıştırmasıdır. Çünkü iman hayatın tamamıdır; emin olmaktır, güvendir, emniyettir; onda kuşku ve tereddüt olmamalıdır. Aksi karanlıkta kalmaktır.
İmanına zulüm karıştıran insan, Allah'ın büyüklüğünü, gücünü kavramasına, dünyada ve ahirette gerçek mutluluğu ve kurtuluşu için hak dine uyması gerektiğini bilmesine rağmen, din dışı ahlâk özelliklerinden kopamaz. Bu kişiler imanı yaşarlar ancak nefsâni istek ve arzularıyla, bencil çıkarlarıyla çelişen durumlarda ya da zorluk zamanlarında, Kur’anî davranışlar yerine din dışı tavırlar sergilerler.
Söz ettiğim kimseler, Allah’ın emirlerine itaat eder, mümin davranışları gösterebilirler. Ancak bazı konularda yaptıkları davranışın Kur’an ahlâkına aykırı olduğunu düşünemez ya da düşünmek istemezler.
Örneğin, ölümün Allah'ın takdiri olduğunu ve her olay gibi ölümü de Allah’ın hayırla yarattığını, inanan her insan bilir. Bu sebeple kişi, ölen bir yakınının sonsuz hayatına başladığını düşünür ve eğer yakını müminse cennete gideceğini umut eder, mutlu olur. Dolayısıyla mümin, Allah'ın takdirinden hoşnut olur. Ancak birçok insan bu gerçeği bilmesine rağmen, ölüm karşısında aşırı tepkiler verir hatta Kur’an ahlâkına uygun olmayan sözler söyler.
Kur’an'da müjdelenen sonsuz cenneti isteyen her insanın, dine uygun olmayan ahlâk özelliklerinden arınması ve bunun yerine Kur’an'a uygun yaşaması gerekir. Samimi iman eden her insan, Kur’an ayetlerinde bildirilen ahlâka ters davranış ve düşüncelerden sıyrılmalıdır. Kur’an ile haber verilen gerçekleri yalnızca bilmek yeterli değildir; hissetmek ve yaşamak önemlidir. Allah, insanın içindekini, gizlinin gizlisini bilir; samimiyetsizlikleri de görür. İnsan Allah aşkını ve korkusunu içinde hissetmeli, olumsuz davranışlarından kendini kurtarmalıdır. Aksi takdirde gerçek anlamda iman etmemiş olacaktır.
"İnsanlar, (sadece) "İman ettik" diyerek, sınanmadan bırakılacaklarını mı sandılar? Andolsun, onlardan öncekileri sınadık; Allah, gerçekten doğruları da bilmekte ve gerçekten yalancıları da bilmektedir." (Ankebut Suresi, 2–3) ayetiyle bildirildiği üzere kuluna şahdamarından daha yakın olan Rabbi, içindekini ondan daha iyi bilir.
İnsan, belirli ibadetleri yerine getirdiği için kendisini yeterli görerek, eksiklerini göz ardı etmemelidir. Yüce Allah, her an insanın kendisinden uzaklaştırmaya güç yetiremeyeceği bir azap verebilir. Herkes ölecek ve yapıp ettiklerinden sorgulanacaktır. İnsan iman ederek, salih amellerde bulunmalı, Allah’ın sınırları içinde yaşamalıdır. O zaman ahirette en güzel karşılığı alacağını düşünür, içten umut eder.
Yüce Allah ruhumuza Bediüzzaman’ın ifadesiyle –akıl, duygular, hafıza gibi- muazzam cihazlar yerleştirmiş. İmanı gerçek anlamda yaşamayarak ve salih amelden uzak kalarak, bütün o değerli, İlâhi cihazları, “cehennem kapılarını açacak çirkin bir sûrete çevirmek” ise insanın kendisine yaptığı büyük bir zulüm olur.
İmanını zulümle karıştırmayan insanın, ahiretten önce dünyada alacağı karşılık da çok güzeldir. Allah’ın sınamak için yarattığı olaylar karşısında Rabbinden hoşnut olmak, sabır ve tevekkülü yaşamak, imanı zulümden arındırmaktır. Yaşadığı olaylardaki hayır ve hikmetleri düşünmek, sonsuz akla sahip olan Allah'a tam bir teslimiyetle teslim olmak, insana gerçek mutluluğu getirecektir. Yaşanacak mutluluk ve güven ise, Allah'ın yalnızca samimi iman sahiplerine sunduğu büyük bir nimettir.
"İman edenler ve imanlarını zulümle karıştırmayanlar, işte güvenlik onlar içindir ve onlar hidayete ermişlerdir." (En'am Suresi, 82)