İki yol var insanın önünde. Biri tek dost ve velî olan Allah’ın, diğeri apaçık düşman olan şeytanın karanlık yolu. Bazen insan her iki yolda da yaşayarak, Allah’ı razı edebileceğini düşünür ancak bir tek dosdoğru yol vardır; tali yollar şeytana çıkar. İnsan, içinde duyduğu iki sesten vicdanına ait olana uyduğunda Allah’ın, nefsininkine uyduğunda ise şeytanın yolundadır. Nefis şeytanın kontrolündedir.Sürekli insandan yiyen ve çalan bu düşmanı, insanın kendi içindedir. En zorlu savaşı insan, uzaklardaki bir düşmana değil, benliğinin bir parçasına karşı verir.
Var gücüyle kötülüğü emreden nefis ıslah edilmediğinde, kendisinde İlahlık görür, Firavunlaşır, Karun’laşır.
Var gücüyle kötülüğü emreden nefis ıslah edilmediğinde, kendisinde İlahlık görür, Firavunlaşır, Karun’laşır.
Nefis 'fahre meftun, şöhrete mübtelâ, methe düşkün'dür. Nefsini ıslah edemeyen ise başkasını ıslah edemez. Eğer insan, nefsini arındırıp temizleyebilir ve bu düşmanından kurtulabilirse Rabbinin rahmetini umut edebilir.
Nefis hiç sınır tanımaz. Kendisine sunulan şeylerin kaybolup gideceğini bildiği için hiç tatmin olmaz. İnsan sürekli nefsini doyurmaya çalışırsa, insanlıktan çıkar. Kötülüklerinden etkilenmemek için insanın nefsinden yana olmaması ve onu sahiplenmemesi gerekir. İnsan, karşısındaki bir düşmanmış gibi davranır ve acımasız olursa nefsi kölesi haline gelir. İnsanı kötülüğe yönlendiremez, çirkin davranışlara sürükleyemez.
Aslında insan bedeni emir kulu gibidir; insan ne emrederse onu yapar. Beden isyan etmez. Nefis var gücüyle kötülüğü emreder ama zorlayıcı bir güce sahip değildir. Nefis gerçekte zavallıdır. Yalnızca insanın emrine bağlıdır; "dur" denildiğinde durur. “Nefsim devreye girdi, nefsim yaptı” ifadeleri iman zafiyeti ve ona bağlı akıl zafiyetidir. Kaldı ki iman sahibi kendisini zor şartlarda dahi kontrol altına alabilir.
İnsanın nefsini dizginlemesi, nefsini ilah edinmemesi ve bencil tutkularının esiri olmaması gibi konulara eserlerinde sıkça yer veren Bediüzzaman, insanın kendi dışındakilere çevirdiği mücadele enerjisini, nefsinin kötü eğilimlerine yöneltmesi gerektiğine vurgu yapar.
Bediüzzaman, Risale-i Nur'da meşru dairede yaşamanın gerekliliğini, "Helal dairesi geniştir, keyfe kâfi gelir; harama girmeye lüzum yoktur." (Sözler, s. 33, 133) sözleriyle ifade eder.
Nefsin telkinleri bazen insana çok inandırıcı görünebilir. Ancak unutulmamalıdır ki nefis asla insanın iyiliğini istemez. Çözüm Allah'a sığınmaktır. Nefis, Allah'ın tarafında olan insana karşı koyamaz, gücünü yitirir. Böylece imanı ve vicdanıyla kişi nefsini emri altına alır.
Ancak bu kararlılık insanın yaşamı boyunca sürmelidir. “Nefsin ejderhadır. Öldü sanma, uykuya dalar o. Dertten eline fırsat düşmediği için uyur. Derdin bitince çıkar hemen. Hüner; dertsizken de nefsi uykuda tutmadadır” der Mevlâna hazretleri. Çünkü ne denli iyi eğitirse etsin, nefis ilk fırsatta yeni bir atak başlatır, onu kötülüğe çekmeye çalışır. Allah nefse karşı kulunu uyarır:
"(Yine de) Ben nefsimi temize çıkaramam. Çünkü gerçekten nefis, -Rabbim'in kendisini esirgediği dışında- var gücüyle kötülüğü emredendir. Şüphesiz, benim Rabbim, bağışlayandır, esirgeyendir."(Yusuf Suresi, 53)
Yaptığı hataya suçlu arayan birçok kişi de şeytanı işaret eder. Oysa şeytan yalnızca fısıldar. Samimi kullar üzerinde etkisi yoktur. İmanı güçlü olan insan bu fısıltıları dinlemez. İmanı sağlam insan harama güç yetiremez. Günahlar insana acısıyla, azabıyla gelir ve asla mutluluk vermez. İnsan harama girdiğinde huzurlu olmaz.
Gayrimeşru olan her şeyde inanan insanın âdeta ruhu kilitlenir, vücudu kasılır. Vicdanı çok rahatsızlık duyar. Zaten bile bile günah işlediğinde insan nasıl rahat olabilir? İnsanın beyni, bir konuya karşı net tavır görürse vücudu kilitler. Ancak imanı zayıf, imanı gelip giden kişi nefsin etkisinde kalır. Gerçekten iman eden insanın bu konuda yaratılıştan sistemi güçlüdür.
Nefsi kontrol altına alamamak insanın kendi zararınadır. Kafasını yerden yere vurmak gibi, kendine acı çektirmektir. Nefsini terbiye eden insanın ise fıtratına uygun yaşadığı için kafası dinçtir; vicdanı rahat, aklı ve şuuru açıktır.
Mümin de günaha düştüğünde durumdan olumsuz etkilenebilir. Ancak büyük pişmanlık hissederek manen çökmez. Morali bozulup, kendine olan güvenini yitirecek ya da kendisini kontrol edemeyecek duruma gelmez. Aklını ve iradesini kullanır, Allah'tan bağışlanma diler, samimi ve kesin bir tevbeyle tevbe eder.
İmanı derinleştirmek gerekir; derin iman önemlidir. Mümindeki imanî derinliği gören şeytan ona yanaşamaz. Çünkü şeytan sığdakilere yanaşır, onlarla uğraşır. Allah’ın dediğini yapmadığımızda şeytan yanımızdadır. Kurtulmak için Allah’a yöneliriz. Böylece tüm yaşadıklarımızdan ders alırız ve bozulan fıtratımız değişir, güzelleşir.
İnsan, Allah'ın kusursuzluğunu kavradığında kendi aczini, ilmini kavradığında kendi cehaletini, kemalini kavradığında kendi eksikliğini, müstağniliğini kavradığında kendi fakirliğini görür.
Nefsimizi bir kenara bırakırsak, yaşadığımız her şeyi Allah’ın lütfu olarak görürüz. O zaman hiçbir şey zor gelmez. Her an şuuru açık tutmak şeytanı zorlar. Şeytana yenik düşmemek, Allah’ın çok beğendiği bir davranıştır.
Gün içinde yaptığımız her şeyi Allah’a bağladığımızda, nefsimiz mesai yapamaz; dolayısıyla şeytan da… Çünkü o sadece çağırır; zorlayıcı gücü yoktur. O halde şeytandan etkilenmek, zorlanmadan gitmektir.
“Sana kavuşmayı bana sevimli kıl ve benim de sana varmamı kendine sevimli kıl. Sana vardığımda bana esenlik, kurtuluş ve keramet nasip et. Allah’ım! Beni geçmiş salihlere kavuştur ve kalan salihlerden eyle; salihlerin yolundan gitmeyi bana nasip et. Salihleri kendi nefislerine galip eylediğin gibi beni de kendi nefsime galip et.” (İmam Zeynü’l-Âbidin as.)