İnsanların çoğunluğu, küçük yaşlardan itibaren dürüstlüğün kayıp getireceği gibi gerçek dışı bir telkinle yetiştirilir. Birçok anne baba çocuklarına vicdanlı, dürüst, samimi olmayı değil, çıkarlarını korumayı yani kendilerince ‘mantıklı’ davranmayı öğüt verirler. Çıkan sonuca göre; vicdanlı davranmak mantıklı değildir, mantıklı olmak da bencil olmayı gerektirir. Kuşkusuz bu büyük bir yanılgıdır.
Dürüst davranmak isteyen birçok insan, “herkesin akıllısı sen misin?” gibi sözler işitir. Burada tavsiye edilen; kişinin ahlâka, dürüstlüğe, samimiyete uymayan bir yolu tercih etmesidir. Şeytanî bir telkindir bu. Ve şeytan bu ‘mantık kılıfı’nı çok güzel kullanır, yaygınlaştırır.
Cahiliye insanlarının oluşturduğu ‘mantık dini’nin en önemli özelliği, Kur’an ahlâkının gereklerinin, yalnızca kişisel çıkarlarla uyumlu olduğu durumlarda yaşanmasıdır. Bu sapkın inanışa göre, namaz kılmak, zekât vermek, oruç tutmak, sabır göstermek, tevekküllü olmak, hoşgörülü davranmak, ihtiyaç içinde olanları korumak ancak bencil çıkarlarla çatışmıyorsa uygulanabilir. Eğer toplum içinde takdir görülecekse, ibadet etmek ve güzel ahlâk özellikleri sergilemekte kendilerince bir sakınca görmeyen bu kimseler, şayet toplumdan tepki alacaklarını düşünürlerse, bu dini sorumluluklardan hiç haberleri yokmuş gibi davranmakta sakınca görmezler.
Dünyevi değerlere çok önem veren kişiler, sadece belli dönemlerde ihtiyaç içinde olanları korumayı, yoksullara sadaka vermeyi, yardım etmeyi yeterli görürler. Bunlar, güzel ve teşvik edilmesi gereken davranışlardır. Ancak bu kişilerin yardımlarındaki asıl amaç, genellikle toplumda ‘ hayırsever’ sıfatı kazanabilmek ve böylece saygın bir yer elde edebilmektir.
İnsan, mantık kullanarak kazançlı çıkacağını zanneder ama kaybeder. Bencillik yerine Kur’an ahlâkının getirdiği özveriyi yaşadığında insan kayıpta gibi bile görünse, kazanır. Allah, yapılan iyiliğin karşılığı olarak maddi-manevi kat kat fazlasını nasip eder. Güzel ahlâk zordur, pahalıya mal olur. Pahalıdır ama nadirdir, paha biçilemez bir ‘şey’dir.
Bencil çıkarlar mantıklı olmayı getirir, vicdan ise akıllı olmayı. Mümin her durumda aklı ve vicdanıyla hareket eden insandır. Maddi yönden zorluğa, sıkıntıya girer belki ama doğru olanı yapmış olur.
Akıl kullanmak çok güzeldir, akılcı insanda derinlik ve ihtişam olur. Bu, insan ruhunu derinden etkiler. İnsanların beğenisini kazanmak için akıl dışı bir şekilde samimiyetsizliğin, sahteliğin, duygusallığın, yapmacıklıkların yaşandığı ortamlar adetâ film seti gibidir.
Birçok insan doğru olanı bilir ancak mantığını kullanır. Mantık insana çok şey kazandıracak gibi gelir insana ama mantığı kullanan sürünür. Hep acı içinde, eziyet içinde, sürekli bir hayat mücadelesi ve boğuşma içinde yaşar.
Vicdanlı olmak, samimi olmak insanı rahatlatırken, mantık kullanmak insanı müthiş kasar. Yapacağı ufak bir hatayla menfaatinin zedeleneceğini düşünen insan kasılır, ızdırap içinde yaşar. Uyanık davrandığı için rahat yaşayacağını zannederken, acının tam içine düşer.
Kur’an, müminlerin tüm hayatlarının Rabbimizin hoşnutluğuna uygun olduğu bildirir. Samimi müminlerin hayatında, ‘biraz Allah rızası için, biraz nefsi için’ gibi bir ayrım yoktur. Yaptıkları her işte yalnızca Allah’ın hoşnutluğunu kazanma çabası vardır.
Samimi inanan insan, yapacağı davranışları ve sözlerini ‘mantık süzgecinden’ değil, tam bir mümin hareketi ve mümin ahlâkına uygun olup olmadığı konusunda süzgeçten geçirir. Her adımında ”cennette böyle bir tavır içinde olabilir miyim?” diye düşünerek, Kur’an ahlâkına uygun tavırlar sergiler.
İnsan samimiyeti aramalı, samimiyeti bulmaya çalışmalı. Menfaatleriyle çatışsa, zorluklara girse bile, mantığı ile değil vicdanı ile hareket etmeli. Bunun için emek vermeli, çaba harcamalı.