Allah elçilerini seçer, Kendi Katından bir güçle güçlendirir, onlara ilim ve hikmet verir. Akledemeyen insanlar ise kendi aralarından çıkan veya servet sahibi olmayan bir insanın elçiliğini, tebliğini ve ona itaat etmeyi kabullenemezler.
İnkârcıların kavrayamadıkları önemli gerçek, seçimin Allah'a ait olduğudur. İnkârlarının nedeni de genellikle, “Bizi bir beşer mi hidayete ulaştıracak?..” (Tegabün Suresi, 6) diye düşünmeleridir.
Peygamber ve elçiler son derece güvenilir, asla kendi çıkarını gözetmeyen, yalnızca Allah’ın rızasını hedefleyen ve O’nun emriyle hareket eden insanlardır. Kavimlerini Allah’a kulluk etmeye davet ederken öncelikli olarak güvenilirliklerini vurgularlar. Örneğin, Ad kavmine gönderilen Hz. Hud, kavmine şu sözlerle seslenir:
“...Ey kavmim, Allah’a ibadet edin, sizin O’ndan başka ilahınız yoktur. Siz yalan olarak (tanrılar) düzenlerden başkası değilsiniz. Ey kavmim, ben bunun karşılığında sizden hiçbir ücret istemiyorum. Benim ücretim, beni yaratandan başkasına ait değildir. Akıl erdirmeyecek misiniz?” (Hud Suresi, 50-51)
Hz. Nuh da kendisine “… Biz sizi yalancılar sanıyoruz...” (Hud Suresi, 27) diyen kavmine, “…Ey Kavmim, görüşünüz nedir söyleyin? Eğer ben Rabbimden apaçık bir belge üzerinde isem ve Rabbim bana kendi katından bir rahmet vermiş de (bu,) sizin gözlerinizden saklı tutulmuşsa? Siz bunu istemiyorken biz sizi buna zorlayacak mıyız? Ey Kavmim, ben sizden buna karşılık bir mal istemiyorum. Benim ecrim, yalnızca Allah’a aittir...” (Hud Suresi, 28-29) diyerek cevap verir.
İnsanlar, içinde yaşadıkları cahiliye toplumunda, çok fazla sayıda ‘zararlı’ ve ‘tehlikeli’ kişilerin bulunması sebebiyle, karşılarındaki her insana kuşkuyla bakar ve mesafeli davranırlar. Bu yüzden, uyaran elçinin de kendilerine zarar verebileceği gibi çok yersiz bir düşünceye kapılırlar. Oysa bir Kur’an ayetinde elçinin üstün ahlâk özellikleri, “(Bu elçi,) Bir güç sahibidir, arşın sahibi katında şereflidir. Ona itaat edilir, sonra güvenilirdir.” (Tekvir Suresi, 20- 21) ifadesiyle tarif edilir.
Ve Kur’an’da uyarı nettir. “Sizden ücret istemeyenlere uyun, onlar hidayet bulmuş kimselerdir.” (Yasin Suresi 21)
Samimi insan, Allah'ın seçtiği kimseye gönülden itaat eder, ona gönülden bağlanır ve saygı duyar. Elçinin sözüne uyan mümin, aslında Allah'a uyarak itaat ettiğini bilir, elçilerin aldıkları her kararı, yaptıkları her işi hayır ve hikmet gözüyle değerlendirir. Allah'a ve dine teslim olanlar, Allah'ın elçisine de teslim olur itaat ederler. Allah'ın ayetlerinde de bildirdiği gibi, elçiye itaat edenler hidayet bulurlar.
“Allah'a itaat edin, Resûl'e itaat edin. Eğer yine yüz çevirirseniz, artık onun (peygamberin) sorumluluğu kendisine yüklenen, sizin sorumluluğunuz da size yüklenendir. Eğer ona itaat ederseniz, hidayet bulmuş olursunuz. Elçiye düşen, apaçık bir tebliğden başkası değildir.” (Nur Suresi, 54)
Tek hüküm koyucu Allah’tır. Elçiler, Allah’ın hak kitapları ile hükmederler. Kur’an’da Resulullah’a şu açık uyarı vardır: Sana da (Ey Muhammed,) önündeki kitap(lar)ı doğrulayıcı ve ona 'bir şahid-gözetleyici' olarak Kitab'ı (Kur'an'ı) indirdik. Öyleyse aralarında Allah'ın indirdiğiyle hükmet ve sana gelen haktan sapıp onların heva (istek ve tutku)larına uyma… (Maide Suresi, 48)
Elçilere itaat edenler aslında Allah'a itaat eder; elçilere başkaldıranlar da, gerçekte Allah'a karşı gelirler. Buradaki anahtar, Allah’ın elçilerinin her emrinin dine uygun ve Allah'ın koruması altında olmasıdır. Elçilerin her sözü, her kararı, müminlere ve tüm insanlara hayır ve güzellik getirir.
Müminlerin dostu olan ve onlara hayır yolları açan Rabbimiz, Kur’an'da Peygamberimiz (asm)'ın müminler için bir koruyucu ve yönetici olduğunu bildirir. Bu nedenle Müslümanlar her konuda Peygamberimize danışır, onun fikrini ve rızasını alarak bir işe başlarlardı. Ayrıca aralarında anlaşmazlığa düştükleri konularda, Peygamberimizin önerdiği çözüm veya yöntemleri uygularlardı. Bu, Allah'ın birçok hayrı ve hikmeti olan önemli bir emridir.
İnanan insan, Allah'ın ve elçisinin emirlerini gönülden boyun eğerek uygular; onun sözlerine itaat ederken kalbinde en küçük bir sıkıntı da duymaz. Allah'ın ve elçisinin hükmettiği her şeyin en doğru ve en hayırlısı olduğunu bilir. Kimi zaman şeytan, elçinin söylediğinden daha farklı bir şey yapmasını fısıldasa da, mümin en hayırlı yolun elçinin gösterdiği yol olduğunun bilincinde olarak hareket eder. Bu davranış ise inanan insanın samimi imanından kaynaklanır.
Bir insan, görünürde itaatli bir tavır gösterebilir, söylenenleri eksiksiz olarak yerine getirebilir. Ancak o kişi, kalbi tam anlamıyla tatmin bulmuş olarak itaat etmediği sürece gerçekten iman etmiş sayılmaz. Çünkü böyle bir davranış, o kişinin kalbinde Allah ve elçisi hakkında birtakım şüphe ve kuruntular taşıdığını gösterir. İçten bir itaate sahip olmaması, yalnızca fiziksel bir teslimiyet gösteriyor olması, kişinin yaptığı işlerin de boşa gitmesine sebep olabilir. Görünüşte itaat etmiştir ama ahirette bunlardan dolayı karşılık görmeyebilir. İtaat, görünür yani zahiri değil, ‘batıni’ olmalıdır. Bu yüzden mümin, kendi dünyevi çıkarlarına ters düşse bile, Allah’ın elçisinden gelen bir hükmü içten bir sevinç ile karşılamalı, teslimiyeti kalbinde hissetmelidir. Hak olan bir karar karşısında üzülüp sıkıntı duymak, imanla çelişen bir tavırdır ve isyan anlamındadır.
Allah’ın elçisi tüm insanlığı kendilerine hayat verecek şeylere çağırır. Ancak yalnızca icabet ve itaat edenler rahmete kavuşturulurlar.
“Ey iman edenler, size hayat verecek şeylere sizi çağırdığı zaman, Allah'a ve Resûlü'ne icabet edin. Ve bilin ki muhakkak Allah, kişi ile kalbi arasına girer ve siz gerçekten O'na götürülüp toplanacaksınız.” (Enfal Suresi, 24)