Malatya Fatih Lisesi Müdürü ve Ülkü Ocakları İl Eski Başkanı Fevzi Şahin’in konuşmacı olduğu programa, MHP Battalgazi İlçe Başkanı Mesut Samanlı başta olmak üzere milliyetçi camianın mümtaz isimlerinden oluşan çok yoğun bir dinleyici kitlesi tarafından takip edildi.
Başta vatan savunmasında şehadet makamına ulaşan Türk ordusunun kahraman evlatları olmak üzere zalim zulmü altında şehit olan tüm mazlumların ruhlarına hediye edilmek üzere okunan Kuran-ı Kerim sonrasında Ocak Başkanı Nadir Günata bir selamlama konuşması yaptı.
Fevzi Şahin, Doğu Türkistan’da yaşananlar ile ilgili olarak geçmişten günümüze bir perspektifle güzel ve doyurucu bir sunum yaptı. Küresel güçlerin hakimiyet savaşında Doğu Türkistan’ın herkes tarafından görmezden gelindiğini belirten Şahin özetle şunları söyledi:
“Dünya hakimiyet teorisine göre Hürmüz Boğazı’na hakim olan Basra Körfezi’ne hakim olur. Basra’ya hakim olan Ortadoğu’ya hakim olur. Ortadoğu’ya hakim olan Akdeniz’e ve Kıbrıs’a hakim olur. Akdeniz’e hakim olan Kafkaslar’a hakim olur. Kafkaslar’a hakim olan Orta Asya’ya hakim olur. Orta Asya’ya hakim olan Avrasya’ya hakim olur. Avrasya’ya hakim olan ise dünyaya hakim olur. Avrasya Avrupa’nın batısından başlayıp Asya’nın doğusuna kadar uzanan coğrafyanın adıdır. Avrasya’nın kalbi Orta Asya’dır. Orta Asya’nın kalbi ise Doğu Türkistan’dır. Avrasya’ya hakim olma konusunda mihenk taşlarından birisi Hürmüz Boğazı’dır. Alternatifsiz olan Hürmüz Boğaz’ı şu anda İran’ın kontrolü altında bulunmaktadır. Bugün İran’a müdahale edilmemesinin sebebi de Hürmüz Boğazı, edilmek istenmesinin sebebi de Hürmüz Boğazı’dır. Hürmüz Boğazı çok önemli bir enerji yoludur. Dünya enerji ticaretinin %45’i buradan yapılmaktadır. Hürmüz Boğazı’nın 1 saat kapalı kalmasının dünyaya maliyeti 1 milyar dolardır. Amerikan 5. filosu Bahreyn’de Hürmüz Boğazı ile ilgili herhangi bir olumsuzluğa karşı hazır beklemektedir. Orta Asya’nın, Avrasya’nın kalbi olan Doğu Türkistan’ın önemi buradan gelmektedir. Avrasya bölgesi küresel güçlerin karşılıklı hamlelerine sahne olmaktadır. Doğu Türkistan Çin’in Avrasya’ya açılan kapısıdır. Aynı zamanda İpek Yolu’nun başlangıç noktasıdır. Çin’in Avrasya’ya hakim olma düşüncesinin anahtarı Doğu Türkistan’dır. Doğu Türkistan dediğimiz yer Büyük Türkistan’ın bir parçasıdır. Türk tarihinin en eski imparatorluklarından Hun İmparatorluğu bu topraklarda vücut bulmuştur. Doğu Türkistan imparator ve imparatorluklar yurdudur. Hunlar, İskitler, Göktürkler, Uygurlar ve Karahanlılar bu topraklarda hakimiyet kurmuşlardır. Tarih boyunca bu coğrafyada Çin’lilerle sürekli bir mücadele olmuştur. Ancak 1759 yılında Çin Doğu Türkistan’ı işgal etmiştir. Bu tarihten günümüze dek Çin’e karşı yaklaşık 200 civarında silahlı ayaklanma meydana gelmiştir. Bu silahlı mücadele sonucunda 3 defa bağımsızlığın tadına varabilmiştir Doğu Türkistan. Ancak bunlar da çok kısa olmuştur. 1950’li yıllarda Rusya devreye girmiş ve Çin’in asimilasyon politikalarını desteklemiştir. Çünkü Çin’de olduğu gibi kendi bünyesinde de yoğun bir Türk nüfusu bulunmaktadır. Çin’in asimilasyon politikalarına dünyanın sessiz kalması Çin’in daha da acımasız katliamlar yapmasının yolunu açmıştır. Çin bölgenin Uygur Türkleri’ne ait olduğu gerçeğini görmezden gelerek bölgeye Çin nüfusunu taşımaya devam etmektedir. Bölge Çin hakimiyetine girdiği günden itibaren çok ciddi hak ihlalleri ile karşı karşıyadır. 1955 yılında Çin başkenti Urumçi olan Sincan Uygur Özerk Bölgesi’ni kurmuştur. Bölge 8 idari ve 15 kente ayrılmıştır. Mantık böl, parçala, yönet mantığıdır. Doğu Türkistan yüzölçümü olarak Türkiye’nin 3 katı büyüklüktedir. Yer altı ve yer üstü kaynakları bakımından da oldukça zengindir. Petrol, volfram, altın, gümüş, doğalgaz rezervleri bakımından büyük bir zenginliğe sahiptir. Çin’de çıkartılan 148 madenden 124’ü Doğu Türkistan’da çıkmaktadır. Bu sebeplerden dolayı Çin bölgedeki etkisini artırmak ve Türk-Uygur nüfusunu olabildiğince etkisiz hale getirmeye çalışmaktadır. 2013’ten sonra Doğu Türkistan’da nüfus sayımı yapılmamaktadır. Türk nüfusu hakkında kamuoyunu yanıltmak amaçlanmaktadır. 1955 yılında Çin nüfusunun bölgedeki varlığı %10 iken 2013 verilerine göre %40’lara ulaşmıştır. 1955 yılında %80 olan Türk nüfusu 2013 verilerine göre %45’e düşmüştür. Özellikle sıkı doğum kontrol politikaları bu sonuçları doğurmuştur. Ayrıca Doğu Türkistan’lılar sürekli göçe zorlanmaktadırlar.
Doğu Türkistan coğrafyası için bir önemli kırılma noktası da 11 Eylül 2001’dir. Dünya ticaret merkezine yapılan saldırılardan sonra ABD terörle küresel mücadele denen yeni bir doktrini benimsedi. İşte Çin bunu fırsat bilerek Doğu Türkistan’daki mücadeleci Türk’leri el-Kaideci diyerek idam ettirmiş, sürgün ettirmiştir. ABD’de Çin’in terörle küresel mücadeleye desteğinden memnun bir şekilde bölgede olan bitenlere sessiz kalmıştır. Çünkü aynı katliamları kendisi de Ortadoğu’da gerçekleştirmektedir. Çin terörle mücadele kapsamında 40 bin askeri bölgeye göndermiştir. Çin’in diğer özerk bölgelerinde içte bağımsız dışta Çin’e bağlı olma yaklaşımı Doğu Türkistan için geçerli değildir. Kanunlar, hukuk herşey Çin’in istediği şekilde olmaktadır. Sıkı bir nüfus politikası uygulamaktadır. Çinli erkekleri çeşitli teşviklerle Doğu Türkistan bölgesine göndermektedir. Birinci Göktürk devleti kurulduktan sonra Çin’liler kendi kızları ile Türk erkekleri evlendirerek Türk’lüğü ortadan kaldırmaya çalışmışlardır. Kürşad ihtilali ile beraber Çin’liler Türk’leri sınır dışı edince ikinci Göktürk devleti kurulmuştur. Kadere bakın ki o Çin bugün yine aynı politika ile Doğu Türkistan’ı asimile etmeye çalışmaktadır. Yine Çin bölgede 1979 yılından beri doğum yasağı uygulamaktadır. Köylerde en fazla iki çocuk, şehirlerde ise bir çocuğa izin verilmektedir. Kota fazlası bir çocuk olursa hamileliğin kaçıncı haftası olursa olsun kürtaj yaptırılmaktadır. Ola ki doğum gerçekleşmiş olsa bile çocuklar öldürülmektedir. Doğu Türkistan’ın en önemli problemlerinden biri de ekonomi ve işsizliktir. İş önceliği Çin’lilere verilmiştir. Uygur Türk’leri ikinci gelmektedir. Çin aynı zamanda nükleer enerji ve silah üretmektedir. Bu silahları Doğu Türkistan topraklarında denemekte ve bu bölgede kanser vakalarında artışa, çocukların eksik doğmalarına sebep olmaktadır. Çin anayasasına göre her millet kendi anadilinde eğitim alabilmektedir. Ancak Doğu Türkistan’da eğitim dili zorunlu olarak Çince’dir. Eğitim de paralı olup zaten ekonomik sıkıntı çeken Uygur Türkleri bu haktan da mahrum bırakılmaktadır. Yine Çin anayasasına göre her vatandaş dine inanma veya inanmama konusunda serbesttir. Ancak Doğu Türkistan’lı Müslümanların kendi inançlarını yaşamamaları için her türlü baskı yapılmaktadır. Toplu namaz kılmak, ölülerini İslami usullere göre defnetmek, oruç tutmak, dini nikah kıymak yasaktır. Tüm bu insan hakları dünya kamuoyu tarafından görmezden gelinmektedir. Uygur Türkleri’ni sudan sebeplerle cezalandırmak, hapse atmak için her fırsat değerlendirilmektedir. Örneğin saatini Pekin’e göre ayarlamamak, internet erişimi için sanal özel ağ kullanmak, İslami kurallara göre sakal uzatmak, restoranlarda içki servis etmemek, mevlit okutmak, hassas ülke olarak adlandırdığı ülkelere ziyaret etmek, Çin dışındaki ülkelerle whatsapp üzerinden yazışmak Çin komünist hükümetine karşı isyan olarak değerlendirilmekte ve en ağır şekilde cezalandırılmaktadır. Doğu Türkistan’daki en büyük problemlerden biri de kardeş aile projesidir. Buna göre Müslüman bir Türk aileye Çin’li bir erkek veriyorlar. İslami gelenek, namus denen kavramı ortadan kaldırmaya çalışıyorlar. Buna karşı direnenler ise en ağır siyasi suçlular olarak yargılanmaktadırlar.
Tüm bu zulümlere karşı dünya kamuoyu Çin’in güçlü ekonomik yapısı karşısında suspus olmuştur. Bu zulme karşı en yüksek ses Türkiye’den çıkmaktadır. Ancak tek başına Türkiye’nin varlığı çözüm olmamaktadır.
Uygur Türkleri’ne reva görülen vahşiyane Çin zulmünün altında inleyen Doğu Türkistan’ın tarihinden kısaca bahsetmeye çalıştım. Ancak Türk’lerin bağımsızlık uğruna seve seve ölüme gidebileceklerini yine en iyi Çin’liler bilir. Çünkü bu Türk’lerin sönmeyen bağımsızlık ateşleridir.”