Mustafa YAĞMUR - Köşe Yazarı, Gazeteci
https://twitter.com/umitsizlikyok - [email protected]
“Evrenin şu anki yapısının tümüyle bir tesadüf eseri olabileceği düşüncesi, tümüyle delice bir düşüncedir. Delilik kavramını argovari bir hakaret niyetiyle değil, tamamen psikolojideki teknik anlamıyla kullanıyorum. Gerçekte bu tür bir düşünce ile şizofrenik düşünce tarzı arasında büyük benzerlikler vardır.” (Karl Stern, Montreal Üniversitesi Psikiyatristi)
Kâinat, derin düşünmemize ve Allah’a yaklaşmamıza vesile olabilecek örneklerden yalnızca biri. Dünya ve uçsuz bucaksız kâinat üzerine düşünen insan, yaratılıştaki ihtişamı ve kusursuz dengeyi daha iyi anlar. İnsan uzayın sonsuz boşluğunda asılı duran küçücük bir kürenin üzerinde yaşar. Dahası bu küre her an uzaydan gelebilecek tehlikelerle karşı karşıya. İnsanın ise bu tehlikelere karşı alabileceği hiçbir önlem yoktur.
Örneğin milyonlarca ton ağırlığındaki göktaşları uzayda başıboş dolaşır. Bunların herhangi biri dünyaya çarparak yaşama zarar verebilir. Dünyayı tehdit eden bir başka tehlike kaynağı, güneşte oluşan patlamalar. Güneşteki patlamalar artabilir ve dünyaya gelen zararlı ışınların oranı yoğunlaşabilir. Yalnızca gökyüzünde değil yeryüzünde de insan yaşamını tehdit eden birçok tehlike vardır.
Yer kabuğunun biraz altı, mağma dediğimiz çok sıcak bir ‘ateş tabakası’yla kaplı. Ve yer kabuğu bir elmanın kabuğuna oranı ölçüsünde mağmadan korunuyor. Bu yüzden, her an bir yanardağ patlamasıyla yer altındaki lâvlar yeryüzüne çıkabilir. Ya da yerkabuğunda meydana gelecek bir kırılma büyük bir depreme neden olabilir… İnsan, her an bu gibi tehlikelerle birlikte yaşadığını hiç unutmamalı. Dünyamız, bu olası tehlikelerden çok hassas dengeler sayesinde korunuyor. Bu gerçekleri düşünen insan anlar ki, dünya üzerindeki tüm canlılar, Allah’ın dilemesiyle ve O’nun yarattığı kusursuz bir denge sayesinde yaşarlar.
Uzay boşluğu alıştığımız yaşam biçiminden tamamen farklı. Şu anda oturduğunuz yerin 560 km yukarısında güneşteki patlamalardan kaynaklanan ve hızı saatte 100 binlerce kilometreyi bulan radyasyon fırtınaları gerçekleşmekte. Bir de uçsuz bucaksız uzay boşluğundaki kendi konumunuzu düşünün. Bunun için öncelikle dünyadaki uzaklık kavramıyla, kâinattaki uzaklıkları kıyaslayalım.
Evrende en yakın iki yıldız arasında 30 trilyon km uzaklık var. Gökyüzünde parıldayan yıldızların en yakını ise sizden 500 trilyon km uzaklıkta.
Bir de kendi galaksimizin içindeki yerimize bir bakalım. Samanyolu Galaksisi, içinde 300 milyardan fazla yıldız barındırır. Bu 300 milyar yıldızdan yalnızca biri bizim Güneşimiz. Güneş’in etrafında 9 ayrı gezegen büyük bir uyum içinde dönerler. 12 milyar km2’den geniş bir alanı kaplayan Güneş sistemi içinde, Dünyamız çok küçük bir yer tutar.
Uzayda her an devam eden hareketlilik ise daha da dikkat çekici. Dünya, saatte 1670 km hızla kendi çevresinde döner. Aynı anda kendisinden 103 kat büyük olan Güneşin çevresinde de tam dönüş yapar. Bu sırada Dünyanın hızı saatte 108 bin km. Yani silahtan çıkan bir merminin hızının yaklaşık altmış katı… Dünya aynı zamanda Güneşle birlikte saniyede 200 km. hızla Vega yıldızına doğru hareket eder. Bu da, saatte 720.000 km gibi olağanüstü bir hız. Bu sırada galaksimiz de hareket halinde. Bizim ise her an yaptığımız bu kapsamlı yolculuktan haberimiz bile olmaz.
Şu an oturduğunuz yerde hiçbir sarsılma olmuyor. Yatağınızda yatarken ya da yolda yürürken de dünyanın döndüğünü anlamıyorsunuz… Ancak dünyamız uzayda dev kütlesiyle saniyede 200 km. gibi muazzam bir hızla yol alıyor. Şu an 200 km. yol aldık bile ve 400… 600… Allah’ın kurmuş olduğu kusursuz dengeler sayesinde bu yolculuğu hiç hissetmeyiz.
Şimdi, 30m² oda düşünün, rahat koltuğunuzda oturuyorsunuz. Sürekli hava sirkülasyonu sağlayan, ortamı temizleyen alet var. Sizin nefes almanıza en uygun şekilde çalışıyor. Oturduğunuz yerde hava ısınıyor, soğuyor, yağmur yağıyor ancak hepsi sizin için konfor olacak şekilde. Size sürekli yiyecekler veriliyor. Elinizi uzatıp meyve yiyorsunuz örneğin. Ne kadar şaşırtıcı bir yaşam olurdu… Aslında dünya hayatı da böyle. Altta mağma, yukarıda atmosfer. Yaşamanız için Allah’ın her an yarattığı nimetler. Dünya çok büyük ve alanı çok büyük diye mi şaşkınlığa düşmüyorsunuz? Ne farkı var?
Allah size adeta bir banttan sürekli renkli bir görüntü gösterecek, sürekli nimetler verecek, o nimetlere karşı hisler verecek. Yiyeceklerin güzel kokularını, tatlarını, dokunuşları hissettirecek, yağmuru/rüzgârı hissettirecek, her türlü güzelliği hissettirecek, haz aldıracak, sizi yaşatacak. Yoklukken varlık haline gelmişsiniz; “bunlar acaba tesadüfen nasıl oldu?” diyeceksiniz. Bu çok büyük bir vicdansızlık. İnsanın kendi aklıyla da alay etmesi bu.
Evet; tesadüf tamamen delice bir düşüncedir. Kendilerini tesadüf çıkmazının içine sokarak, çevrelerindeki yaratılış kanıtlarını görmezden gelenlerin, kendilerini ve yaşadıkları kâinatı yaratan Yüce Allah'ın apaçık olan varlığını kabul etmemek için ne tür bir mantık bozukluğu içinde oldukları çok açıktır.
Önyargısız, hiçbir ideolojinin etkisi altında kalmadan, sadece aklını ve mantığını kullanan her insan, bilim ve uygarlıktan uzak toplumların hurafeleri gibi zaman ve tesadüf ilâhlarının tüm kâinatı oluşturduğunu savunan Darwinizm’in, inanılması olanaksız bir iddia olduğunu kolaylıkla anlar.
Bilime rağmen körü körüne savunulan evrim teorisi insanlığı adeta çocuk kandırır gibi kandırdığını zanneden bir ideolojidir. Tesadüfün ilahi bir akıl gibi sunulduğu bu düşüncede, tesadüf dünyadaki bütün insanların aklından daha çok akla sahip muazzam bir deha olarak gösterilir.
Bilim, yaratılış gerçeğini kanıtlamıştır. Şimdi sıra, bilim dünyasının bu gerçeği görmesi ve öğüt alıp-düşünmesinde. Bu gerçeklere karşı kayıtsız kalmak, bir tür büyülenmeden başka bir şey değildir.
Onlar, ayakta iken, otururken, yan yatarken Allah'ı zikrederler ve göklerin ve yerin yaratılışı konusunda düşünürler. (Ve derler ki:) "Rabbimiz, Sen bunu boşuna yaratmadın. Sen pek Yücesin, bizi ateşin azabından koru." (Al-i İmran Suresi, 191)