Kâbe’m!
Ağlayarak, gözyaşlarımın bir kısmını dışarı, bir kısmını yüreğime akıtarak veda ediyorum sana… Seni dünya gözüyle görebilmeye nail olmak, seni düşünmek, tavaf etmek, Rabbe yakınlık duygusunu en deriniyle yaşamak ve bakmak sana uzun uzun… Namazlarımızı eda etmek, dualar eylemek kalbi hassaslıklarla… Ve bu fiillerle kabukları çatlatmak…
Allaha ısmarladık Mescid-i Haram,
Allaha ısmarladık sevgili Mekke,
Allaha ısmarladık Safa ve Merve,
Allaha ısmarladık zemzem…
9 gün ikramlar sundunuz, yanan yüreklerimizi ılık rüzgârlarınızla okşadınız. Yollar açıldı. Medine’ye güneşler saçıldı. Çıktık kutlu yolculuğun 2.merhalesine..
Taleal- Bedru ilahisi eşliğinde gidilen Mekke Medine yolu. Düşündüm yine o şartlardaki yolları… Hicret erlerini ve Resulü…
Ne kolaydı bizim gidişimiz… Güneş yakmıyordu, buz gibi sularımız vardı yanımızda ve yollar düpedüz gün…
Katlanmak kolaydı ,ama aşk olunca… Aşk eriydi onlar, Allah’ın sevdikleriydi. Ve işte yol, şimdi bizim için… Yol resule, yol sahabeye yol Medine-i Münevvere ’ye.. 5 saat sonra beldedeydik. Yürüyerek 5 gün sürermiş bu yolculuk. Giriyoruz işte… Ay doğdu üzerimize veda tepelerinden coşkusu sanki kulaklarımda çınlıyor …
Onları, olanca sabırsızlıkla bekleyen ensar ve muhacir… Evlerinde misafir etmek için yarışları… Adaleti ve insan kırmamayı öğretiyordu Resulullah orada da. Güzel bir yöntemle kalacağı yeri belirlemiş. Devesi Kusva’yı bırakıp onun duracağı yerde mescidi yapması… Kulağına ne fısıldanmıştı acep Kusva’nın… Dikkate şayandı. Ve Bilal’i ezanlar yükseldi o mescitten gürül gürül Kuba mescidinden. Medine semalarından…
Ve Mesci-i Kıbleteyn’i ziyaretimiz. İki kıbleli mescit. Senin orda Kâbe’ye dönüşün. Müşriklerin Yahudilerin sözlerinden kurtuluşun..
İşte heybetli Uhud Dağı. İzlerken düşünmek o anları. Keşke dilin olaydı Uhud! keşke. Sen anlatıvereydin zaferi. Zafer sarhoşluğu ile ganimete koşmanın ve söz dinlememenin bıraktığı ağır bilançoyu, sen anlataydın… Ve Abdullah bin Cübeyr’in feryadını….
“Çıkmayın! Rasulullah’tan haber gelene kadar çıkmayın, neden söz dinlemezsiniz ,feryadını anlatabileydin..”
Hele o mübarek peygamberin dişinin kırılış anını, akan kanlarını, iki kayanın arasındaki halini arz edeydin de daha çok ağlayaydık dün gibi. Hıçkırıklarım boğazımda. Sitemim sana ey Uhud..Haber ver bana Rasul’den,Hamza’dan… Resul’e en çok benzeyen,zengin Musab’a kefen bulunamayışından haber ver. Dünya sevgisini malını nasılda arkasına atıp şahadete koşusundan haber ver..
Ve hendek… Derince kazılan, dur durak demeden kazılan hendekler… Yorgun, uykusuz, aç… Farklı bir savunma yöntemiyle İslam’ı üstün kılma… İstişareye önem verişin ne incelikti, akıl akıldan üstündür idrakiyle. Selman’ın hendek fikrini kabul edişin. Canla başla kazma kürek elinde çalışman, dinlenmeden ..Yoruldum demeden, ben peygamberim demeden toprak atışın. Hendeğin yakınında evine gitmeden çadırda kalışın. Ve aç günleriniz ya resulallah..Yiyecekleri kısıtlı kullanıp karınlarınıza bağladığınız taşlar…Kim bilir o taşlar sizi incitmemek ve açlığınızı hissettirmeme adına ne mücadele veriyordu..
Ve Mescid-i Nebevi’nin sol yamacına yaslanmış Cennet’ül Baki..Evlatların,dostların,gönül erleri…Sessiz sedasızlar…Dümdüz bir toprak altında…Varlıklarını hissettiren hiçbir delil yok. Sessizlik kendi iç sesimle bozuluyor. Okuyorum dualarımı…
Biz rabbin dostu olmak, ona daha iyi kul olmak, habibini daha iyi anlamak için çıkmıştık bu yola… Allah’a dost olmak hicret ehli olmaktı Ebubekir gibi… Halil olmaktı Nemrut’un ateşinde… İsmail’i bırakabilmekti çöllere ve Hacer’ce durabilmekti kızgın kumlarda…
Ey Medine! Resulü koynunda barındırmış ona sahip çıkmış güzel şehir! Selam olsun sana ey nebi! Evlattan, işten, aştan, her şeyden vazgeçip sana geldik binlerce salat selam olsun sana… Sevgini kalbimizin derinliklerine işleyen, adını duyunca yüreğimizi titreten Rabbe hamdolsun.
Es selamu aleykum ya resulallah …Esselamu aleykum ya nebiyallah… Esselamu aleykum ya habibullah…
Heybemdeki tüm selamlar eşten dosttan, esselamu aleykum…Edep kokuyordu sokaklar, kuşlar bile sesini yükseltmiyordu. Ayak sesleri bile sessizdi… Kucağında bir peygamber Medine’nin… Ve o âlemlere rahmet…
Yeşil kubbeydi karşımda yeşilin en deruni ile duran… Ravza i mutahhara , Ebubekir , Ömer… Selamlarımızdan haberdar et rabbim, selamlarımızı gülümseyerek ve o nur yüzüyle alsın ve bastığı yerler gelişimize şahit olsun ve onun şefaatine bizi nail eyle rabbim, hamd sancağı altında toplanabilmeyi nasip et…
Farzlarla ipine tutundur Rabbim, nafilelerle sana yaklaştır,Rasulün sünnetiyle de bizi sağlam kıl. Yürüyen ayağımız, gören gözümüz, işiten kulağımız ol.
Ve hayatımdaki ikinci Cuma namazı olan Mescid-i Nebevideki bu namazı ömrüme azık kıl. Cuma bereket ve ihsanını daim eyle. Sunduğun bu bal şerbetlerinin hissiyatını diri tutmayı nasip et.
Mekke’yle başlayan bu kutsal yolculuk ,Medine ve memleket…Devam etmeliydi bu yürüyüş..Evlat,aile,akraba ve toplum…
El sallarken uçaktan Medine’ye, dolu gözlerle bakıyordum yeşil kubbeye…Dönüş kavuşmaydı evlada, vatana…Ama oradaki ruhu da taşıyabilmekti yakınına..
Dört gözle bekleyen yavrularım, annem ve yakınlarım. Size Kabe kokusu, Ravza kokusu getirdim. Gözyaşıma gizleyerek, yüreğime kenetleyerek getirdim onları, gümrüğe takılmadan…
Ve yaşadıklarımı umre günlüğü yazılarımla sunuyorum size küçük bir ikram mahiyetinde..
Muhammed İkbal’le veda ediyorum bu yazı dizisine de…
Hac’dan hediyelerle gelen misafirlerine şöyle demişti;” Bunları getireceğinize Ebubekir’in sadakatini, Ömer’in adaletini, Ali’nin ilmini, Osman’ın hayâsını getirseydiniz ben Pakistan’ı fethederdim. Diyor. Bize de bunları taşıma ve ulaştırma idraki ver Allah’ım..
Özümseyerek yaşanmış bir umre, bir hac. Hayatımızın dönüm noktası, dönüş noktası ve menzile varış noktası olsun. Kabul eyle Allah’ım… Selam ve dua ile…
Nulufer_aktas@hotmail.com