Taşıyıcı anne konusunda Kadın Hastalıkları ve Doğum Profesörü Dr. Önder Çelik ile yaptığım sohbette şunları konuştuk:
Bir kadın düşünelim, evli ancak doğuştan rahmi yok, fakat yumurtalıkları sağlam. Bu kadın çocuk sahibi olmak istiyor. Çocuk sahibi olmasının en pratik yolu yumurtalarının eşinin spermleriyle invitro (laboratuvar) ortamda döllenmesi ve oluşan embriyonun taşıyıcı annenin rahmine konulmasıdır.
Bir başka durum düşünelim. Kadında aort anevrizması gibi gebe kalmasını sakıncalı kılan bir durum var. Kadının gebe kalması durumunda hem kendisi için hem de bebeği için ölümcül bir durum ortaya çıkacak. Ancak kadın, çocuk sahibi olmak istiyor ve evlat edinme yerine kendi genetik yapısına ait bir çocuğunun olmasını tercih ediyor. Bu durumda da kadının yumurtalarının eşinin spermleriyle dış ortamda döllenmesi ve oluşan embriyonun taşıyıcı annenin rahmine konulması gereklidir. Peki, bunu yapmak doğru mudur?
Taşıyıcı anne, bebeği gebelik süresince taşıyan ve besleyen bir annedir. Ancak bebeğin genetik annesi değildir. Diğer bir deyişle, şu anki bilgilerimize göre, taşıyıcı anneden bebeğe genetik materyal geçişi söz konusu değildir. Elbette taşıyıcı anne ile taşıdığı bebek arasında hem biyolojik hem de psikolojik bir bağ oluşacaktır. Taşıyıcı annelik aslında “sütannelik” ile benzerlik göstermektedir. Bir bebeğin, biyolojik annesi dışında sütünü emmiş olduğu kadına sütanne diyoruz. Bu konuda en bilinen örnek, Efendimiz Hazreti Muhammed (SAV)’in sütannesi Hazreti Halime (RA)’dır.
Taşıyıcı annelik kavramı şu an için ülkemizde yasal olarak uygulanmayan bir yöntemdir. Ancak kendi genetik yapısını taşıyan bir bebek sahibi olmak isteyen anne adaylarının psikolojik durumları göz önüne alındığında ve konunun sütannelik müessesesiyle olan benzerliği düşünüldüğünde “taşıyıcı anne” kavramının tartışılması gereken son derece önemli bir konu olduğu düşünülebilir.