Ramazan ve Yumuşayan Kalbler

Ramazan ve Yumuşayan Kalbler

Hasan YAĞMUR (Malatya Gerçek Haber)

 

 Soru: Her sene, gökten inen bir sekîne gibi gelip gönüllerimizi yumuşatan, eriten ve belli bir kıvama ulaştıran Ramazan ayını fert ve toplum hayatımız adına kâmil mânâda değerlendirebilmek için neler tavsiye edersiniz?

Cevap: Oruç, iftar, sahur, teravih gibi büyüleyici güzellikleriyle ufkumuzda beliren ve kendine mahsus kutsî bir atmosfer oluşturan Ramazan ayının; gerilimlerin gerilimleri takip ettiği, şiddet ve hiddetin aşırı bir hâl aldığı, zıtlaşmaların marifet görüldüğü ve kitleler arasında ciddî soğukluğun yaşandığı dönemlerde bile ruhların yeniden salâha kavuşması, kalblerin, hislerin ve düşüncelerin selimleşmesi ve her türlü sertliğin, huşunetin yatışması adına apayrı bir tesiri vardır. Zaten sükûnet, yumuşaklık ve letafetin belirgin bir şekilde kendini hissettirdiği bu mübarek aya karşı insanımızın içinde ciddî bir saygı hissinin olduğu bir gerçektir. Bu açıdan şu an biz değişik olumsuzluklarla çepeçevre kuşatılmış olsak da, eğer irademizin hakkını verip gönlümüzü bu kutlu zaman dilimine açabilir, onun bereketine yürekten inanıp tazim ve saygı hisleriyle ona yönelebilirsek; o da bizi kucaklayacak, sağanak sağanak başımızdan aşağı rahmetini boşaltacak, hiddet, şiddet ve öfkelerin önüne geçecek ve böylece toplumda yeniden bir huzur ve sükûnet havası hâkim olacaktır.
Yemek Çeşitliliği Değil, Misafir Zenginliği
Bu istikamette yapılması gerekenlere gelince, mesela bir apartman dairesinde ikamet eden insan, komşuları hangi kültür ve anlayışta olursa olsun, birkaç gün öncesinden haber vermek suretiyle onları iftar sofrasına davet edip elinden geldiği ölçüde centilmenlik ve civanmertliğini sergileyebilir. Hatta yemek yedirdikten sonra bir de, “Siz buraya gelerek yemeğimizi yeme zahmetine katlandınız. Kabul buyurursanız bu da diş kiranız.” diyerek öncesinde onlar için hazırladığı küçük bir hediye takdim edebilir. İmkân varsa, bilhassa çoluk çocuklarına hediyeler vermek suretiyle o masum yavruların gönülleri hoş edilebilir. Aynı şekilde bir devlet okulunda öğretmen olan, bir üniversitede hocalık yapan veya daha başka bir kurumda çalışan insan da, kesim farkı gözetmeksizin herkese evini açıp iftar sofrasını paylaşmak suretiyle içtimaî barışa katkıda bulunabilir.
Biz bu bereketli ve nurlu ayı öyle değerlendirmeliyiz ki, misafirin bulunmadığı hiçbir iftar soframız olmamalıdır. Evet, iftar sofraları yemek zenginliğinden daha ziyade misafir çokluğu ve çeşitliliğiyle zenginleştirilmelidir. Bildiğiniz üzere Resûl-i Ekrem Efendimiz (sallallâhu aleyhi ve sellem);
طَعَامُ الإثنينِ كافي الثَّلاثَةِ، وَطَعَامُ الثَلاثَةِ كافي الأَربعَةِ
“İki kişilik yemek üç kişiye, üç kişilik yemek de dört kişiye yeter.” (Buhârî, Et`ime 11; Müslim, Eşribe 179) buyuruyor. Bu açıdan, kendine mahsus apayrı bir bereketi bulunan Ramazan ayında misafirin çokluğundan endişe edilmemelidir.
Böyle bir hareket tarzı farklı kesimler arasındaki uçurumların kapanması, önyargıların aşılması adına önemli bir diplomasi yoludur. Hakikaten güç ve kuvvetle halledilemeyen, mekanize birliklerle başa çıkılamayan pek çok problem bu yolla çözülebilir. Evet, siz gönlünüzü herkese açar, insanlığınızla muhataplarınızın kalbine girer, gönlünüzde herkesin oturabileceği bir yer hazırlar ve böylece gönülleri arkanıza alırsanız, hakkından gelinemeyen kinlerin, nefretlerin, gayz ve öfkelerin, kan dökmelerin, cana kıymaların da önü alınmış olacaktır. Hem insanlık tarihi boyunca hiçbir zaman tehditle problemlerin çözüldüğü, sıkıntıların hallolduğu görülmemiştir. Bilakis tehditler karşısında insanların hışımları daha bir artmış ve kendilerince daha bir hararetle tahrip eksenli yapılanmaya gitmişlerdir.
Bir atasözünde ifade edildiği gibi bir kahvenin kırk yıl hatırı vardır. Dolayısıyla bizim vereceğimiz bir iftarın da kırk yıl hatırı olacaktır. Bu açıdan geriye dönüşü çok farklı olan böyle bir civanmertlik mutlaka yerine getirilmelidir. Bilemiyoruz, belki de Ramazan’ın ayrı bir bereketi de işte buradadır. Yani biz, oruç tutarak, teravih kılarak uhrevî mükâfatlar elde edebileceğimiz gibi, bir de insanların gönlüne girmek suretiyle apayrı bir kazanç yaşarız.
Gönüllerde Yankılanan Gökler Ötesinin Sesi
Öte yandan dünyanın dört bir bucağında insanlığa hizmet etme yolunda koşturan hizmet erleri de, gönüllere girme adına Ramazan’ı çok önemli bir vesile olarak değerlendirebilirler. Nasıl ki kurban bayramında kesilen kurbanlar ülkemizdeki fakir insanlardan başlamak üzere, Asya’dan Afrika’ya dünyanın dört bir bucağına götürülmek suretiyle milletimizin civanmertliği ve hiss-i semahati ortaya konuldu ve böylece kurban vasıtasıyla gönüller fethedilmeye başlandı ve aynı zamanda bununla güven kaynağı bir milletin var olduğuna dair onlardaki güven duygusu harekete geçirilmiş oldu. Aynen öyle de, Ramazan ayında iftar ve sahur kapıları herkese açılmak suretiyle bir Ramazan seferberliği başlatılıp nice gönüller kazanılarak bu mübarek ay Allah’ın hoşnut olacağı bir keyfiyete ulaştırılabilir. Zira özellikle yurtdışında iftar veya sahura davet edilen misafirler, bu türlü faaliyetlerden öyle etkileniyorlar ki, onların intibalarını dinlediğinizde yapılan işin ehemmiyetini daha iyi anlıyorsunuz. Mesela iftar öncesi okunan ezanlar onlara sürpriz bir ses olarak oldukça orijinal geliyor ve onu çok cazip buluyorlar. Dolayısıyla da muhataplarımızı kendi güzelliklerimiz ve kendi zenginliklerimizle tanıştırma adına böyle bir imkânın en iyi şekilde değerlendirilmesi gerekir.
Yapılan bütün bu faaliyetler muhatapların gönüllerinde belki sadece Müslümanlığa sempatiyle bakmalarını netice verecektir. Fakat bu durum bile, kanaatimce kesinlikle hafife alınmamalıdır. Kim bilir belki de her şeyi ter u taze duyan o insanlar, zamanla İslâm’ın güzelliklerini daha farklı hissedecek ve birdenbire dikey olarak kendi arş-ı kemalâtlarına yükseleceklerdir. Bu açıdan böyle bir neticenin hâsıl olması adına bir kere iftar verme değil, onların önüne günde üç dört defa sofralar serilse değer, zannediyorum.
Çağımızın insanı maalesef Müslümanlığın güzelliklerinden mahrum yaşadılar. Görmediler müslümanca tavır ve davranışları. İşte bizim en önemli vazifemiz aile yapımızla, anne, baba ve evlat münasebetlerimizle, davetlerimizle, centilmenliğimizle onlara hakiki Müslümanlığı göstermektir. Eğer birileri Müslümanları “öcü” gibi görüyorlarsa, bunu izale etmenin yolu, onlarla içli dışlı olmaktan geçer. Bu sebeple de Ramazan-ı Şerif’te Müslümanlar, bulundukları konum neyi gerektiriyorsa, akıl, mantık, muhakeme ve istişareyle hareket ederek makul bir şekilde bu işi realize etmeye çalışmalıdırlar.
Hiçbir Amel Ramazan’daki Amelin Boşluğunu Dolduramaz!
Cenâb-ı Hakk’ın birer mükellefiyet olarak bize farz kıldığı ibadetler, eda keyfiyetimize göre farklı birer mahiyet kazanarak, Allah nezdinde bizim için şahitlik yapacaktır. Biz bu gufran ayını ne kadar memnun edersek onun şahadeti de o istikamette gürül gürül olacaktır. İyi değerlendirilebildiği takdirde Ramazan-ı Şerif bizden ayrılıp gittiği zaman lehimize şehadet edecek, belki bizim reyyana namzet olduğumuzu ifade edecektir. Bu açıdan biz Allah’ın hakkımızda takdir buyurduğu ibadetlere saygı göstermeli, onları aziz bilmeli ve azami derecede onları değerlendirme gayreti içinde olmalıyız.
Ayrıca insan ahirette Allah’ın kendisine ihsan ettiği nimetlerin hangi amellerinin mükâfatı olduğunu bilecektir ki, bu da o insana, nimetin kendisi kadar haz verecektir. Belki de mazhar olduğu bu nimetler karşısında şöyle diyecektir: “Çok şükür Rabbime! Evvela beni amelle şereflendirdi, şimdi de onun mükâfatıyla şereflendiriyor.” Evet, insan orada, tuttuğu oruçlarını ağzıyla, burnuyla, kulağıyla tanıyacak. Aynı şekilde aç ve susuz kalmasını, teravihteki yorulmalarını, sahura kalkma heyecanlarını, iftardaki izaz ve ikramlarını öbür âlemin hususiyetleri içinde tanıyacak ve bunların hazzını yaşayacaktır.
Kimi ibadet ü taat, derinliğini bilhassa zarfından alır. Ramazan ayında yapılan ibadet u taat de böyledir. Bu itibarla Ramazan ayında yapılan ameller ayrı bir kıymete ulaşacaktır. Bu ayda insanlar çok farklı şekilde Allah’a yaklaşırlar. Bu ayda tutulan orucun sevabına hiçbir oruç yetişemez. Başka gecelerde kılınacak yirmi rekât namaz da, teravihin yerini tutamaz. Aynı şekilde Ramazan’ın dışındaki gecelerde yapılan sahurlardan da Ramazan’daki sahurun sevabını alamazsınız. Keza Ramazan dışında iftar vaktindeki ezan bekleyişleriniz de Ramazan’a denk olmaz. Kısaca başka zamanlarda yaptığınız amellerle, kesinlikle Ramazan’da ulaştığınız mükâfata ulaşamazsınız. Hiçbir amel onun geride bıraktığı boşluğu dolduramaz. İşte bu sebepledir ki bu hakikati vicdanında derinlemesine duyan samimi mü’minler bu ayın gitmesiyle birlikte ciddi bir hicran duyar ve bir sonraki Ramazan’a kadar da onun hasretini çekerler. Bilemeyiz, belki de onların bu hasreti onlara ayrı bir Ramazan sevabı kazandırır.     

Yazar Yazıları Haberleri