Geçmişimizden günümüze baktığımız da hep çevresel etkilerin kaynaklarını araştırdığım da İslam ülkelerin en büyük sıkıntı çektikleri dönemlere baktığımızda yönetim sorunlarının altında yatan gerçek, yönetici problemi olduğu kanısına varmaktayız. Allah aşkına yönetim ve yöneticilik elbette ki başlı başlına bir Allah vergisi olmakla beraber eğitim ile geliştirileceği birçok güzel bir yoldur.
Yeryüzünde Allah’ın halifeliğini üstlenmiş bulunan Müslüman için yönetim, kaçınılmaz bir sorumluluktur. Bilhassa yönetim kabiliyeti olan bir Müslümanın vazifeden kaçınması asla düşünülemez ve zaten dini İslam kaidelerine göre haramdır. Yeryüzünde adaletin hâkim olması için var gücüyle çalışmak, insanların huzur, sükûn ve selameti konusunda çaba göstermek, Yaradan'a kulluk hususunda uygun şartlar oluşturmak inanan insanın en önemli görevidir. Bugün Müslümanların en büyük sorunu kendi liderini seçememe problemleri vardır. Bunun yanında iyiyi kötüden ayıramama problemleri olmalarına rağmen nefsine uyan birçok Müslüman, nefsanî çıkarları karşısında Allah için karar veremeyenlerdir. Ama hakiki Müslümanlar hak ve hakikat için değil de nefsine göre hareket edenler elbette hüsrana uğrayanların ta kendileri olduğu malumdur.
İslam’a göre toplumların ihyası ve inşasının en temel şartı halk desteğidir. Halk desteğini almış hak ve hakikat adına yönetimi Rabbin rızası adına yapanlara muhalefet etmek tam manası ile hak ve hakikate savaş açmak ile aynı manadadır. Toplumsal yaşamımızın düzen ve intizamı elbette ki halkın topyekûn beraberce elde edeceği bir başarı olmakla beraber, yöneticilerin eliyle gerçekleşebilir.
Günümüz Müslümanların yaşamsal problemlerden belki de en önemlilerinden birisi de, toplumsal hayatta beraber yaşamsal kural ve kaideler de buluşamama hastalığımızın olmasıdır. Toplumsal bir irade olmadıkça toplumların ihyası ve bunu temin edecek adil bir yönetim gerçekleşemez; halkın istek ve desteği olmadıkça sosyal dönüşümü tesis edecek çalışmalar pratiğe dökülemez. Nitekim Rabbimiz, “Bir toplum kendilerindeki özellikleri değiştirinceye kadar Allah onlarda bulunanı değiştirmez” buyurmaktadır. Özellikle günümüz Müslümanların ayağa kalmasının tek ve en önemli amacı; Müslümanların bu ayeti iyi yorumlayarak, “ben” demeden “biz” diyebilmenin yoluna girmektir. Allah Rızası için, Müslümanlar nefsanî duygu ve düşüncelerden uzaklaşarak iyi bir yöntem de ve iyi bir yönetici de buluşmaktır.
İslam dinin de ona inan Müslüman hayatının her adımında sorumluluğunu asla unutamaz. Müslümanın susması susturulması asla düşünülemez ancak delille konuşacak. Hak ve hakikatin arkasına düşecek, sorumluluk bilinci ile hareket edecek. Yoksa iftira gibi, yalan gibi dinimize diyanetimize uymayan halu hareketlerde bulunma hak ve hakkımız yoktur. İslam tarihinin altın köşesinin altın karesinden olan Hz. Ömer, daha dün savaş sonrası ganimet olarak eline geçen kumaş parçası üzerine elbise olduğu halde Cuma hutbesinde halka hitabet edeceği o vaktı saatte, bir Müslüman ayağa kalkıyor. “Ya Ömer biz seni dinlemiyoruz.” Hz. Ömer bir anda şoka girerek soruyor. “Beni dinlememenize engel olan nedir?” Bunun üzerine bahsi geçen adam: “Ya Ömer, dünkü savaşta bende vardım. Benim hakkıma düşen kumaş parçası ile benim üzerime elbise çıkmadı. Ama görüyorum ki… Sizin üzerinizde ganimet olarak dünkü kumaş elbise olduğunu görüyorum”. Durumu anlayan, Hz Ömer hemen gözü oğlu Abdullah’ı aradı. Oğlum Abdullah anlat. Abdullah ayağa kalktı. “Kıymetli Müslümanlar, bahsi geçen dünkü savaşta ben de vardım. Bana düşen kumaş parçası bana da elbise olmayınca babama hediye ettim. Babam da iki parça kumaştan kendine elbise diktirdi.” Bunun üzerine o Müslüman hemen yerine oturarak, “Ya Ömer şimdi bize hitap edebilirsin… Şimdi seni dinliyoruz” diyordu.
Dinimiz İslam yaşamının ihyasında ve inşasında yönetenler kadar yönetilenler de önemli sorumluluğa sahiptir. Zira İslami yönetimde bireyler gücü yettiğince sistemin İslam’a uygun bir şekilde kurulması ve işletilmesi, adaletin sağlanması ve toplumun ihyasını temine yönelik işlerin, sözlerin, davranışların ve uygulamaların gerçekleştirilmesi konusunda seçilmiş veya atanmış yöneticileri izlemesi, denetlemesi ve uyarması gerekmektedir. Bunun yanında, idarecilerin bu yöndeki doğru söz ve emirlerine itaat edilmeli, fiil ve politikaları desteklenmeli, müspet hareket, uygulama ve icraatları teşvik edilerek katkı sağlanmalıdır. Çünkü Rabbimiz, Ey iman edenler! Allah için hakkı ayakta tutun, adaletle şahitlik eden kimseler olun. Herhangi bir topluluğa duyduğunuz kin, sizi adaletsiz davranmaya itmesin. Adaletli olun; bu, takvâya daha uygundur. Allah’tan korkun. Şüphesiz Allah yaptıklarınızdan haberdardır.” (Mâide: 8) buyurmaktadır.
Hz. Ömer’e sahabeden bir gencin Allah’ın emirlerine aykırı bir iş yapması durumunda “kılıçla düzeltme” uyarısında bulunması bunun güzel bir örneğidir. (Yusuf Kandehlevî, Hayatü’s-Sahabe, 11, s. 634). Bu konuda tüm Müslümanlara görev düşmekle beraber en büyük sorumluluk toplumun önderleri olan İslam âlimlerine, mürşitlere ve bu mayayla mayalanan yöneticilerimize verilmiştir. Nitekim gerçek âlimler ve mürşidiler ile bu mayayla mayalanan yöneticilerimiz ile mümkündür. İşte bu yazımız ile ümmete örnek ve önder olan yönetici ve yöneticilerimizin hayatlarından bahsederken günümüz Müslümanlarına ve yöneticilerine bir nebze düşünme imkanı oluştura bilir miyizim peşime düşme adına!!!!!!
“Sizden daha hayırlı bir kimse olmadığım halde, sizin idareciniz olarak iş başına geçmiş bulunuyorum.. Eğer ben, bu vazifemde doğru iş görürsem siz de bana yardımcı olursunuz. Yanıldığım zaman da beni ikaz edecek, bana doğruyu siz göstereceksiniz.”(Kandehlevî, a.g.e, s. 608).
Toplumsal yaşamın içinde yaşayan fertler olarak, layık olduğumuz kişilerce yönetiliriz. İdarecilerle idare edilenlerin, adeta görüntüleri birbirine akseden aynalar misalidir. Bir toplumun başına iyi biri gelirse bu o toplumda iyiliğin ve iyilerin baskın olmasından kaynaklanır. Kötü bir yönetici gelmesi de aynı şekilde toplumdaki genel eğilimin kötülük yönünde olduğunu gösterir. Dolayısıyla toplumlar başlarındaki yöneticilerin kötülüğünden şikâyet ederken, dönüp kendilerine bakmalıdır. Nitekim “İnsanların kendi elleriyle yapıp ettiklerinden dolayı karada ve denizde fesad zuhur etti.” (Rum, 41) ayet-i kerimesi ile Peygamberimizin “Nasıl iseniz öyle idare olunursunuz” veciz ifadesi bu noktaya işaret etmektedir.
Müslümanların diğer Müslümanların yanında olsun Gayrı Müslimlerin yanın da gerilemesi, güçsüzleşmesinin birçok sorumlulukları vardır. Bunlardan birisi yöneten ve yönetilenlerin Rabbimizin şu emri fermanına kulak vermemelidirler. “İsraf edenler, şeytanın arkadaşlarıdır” (İsrâ, 27) buyrulmaktadır.. En büyük israf ise, dünyanın en kıymetli ve şerefli varlığı olan “insan”ın israfıdır. Ekmeği çöpe atmak nasıl bir israf ise, insanı da cehenneme atmak öyle bir israftır. Dolayısıyla, Rabbine ibadet etmesi için yaratılan insanın isyan etmesi israftır. Sırat-ı müstakimde insanlara kılavuzluk yapan peygamberlere uymaması onların kılavuzluğunu reddetmesi kendini israftır. Keza, bu gün Kur’an’dan ve Hz. Peygamber’den değişik uzaklaştırma metotlarını uygulayarak, insanları cehenneme atanlar en büyük müsriflerdir. İnsan fikirlerinde olsun, davranışlarında olsun asla israfa düşerek kendini müsrifliğe düşürmemelidir. İlimde, bilimde, kültürde kendini yetiştiremeyen milyonlar yığını birilerinin gazına gelerek ortalığı yıkıp yakabilmektedirler. İşte bilmeden hem bu dünya adına hem de ahiret adına kendilerini israf edebilmektedirler.
Nureddin Mahmud Zengi, “evliya gibi bir melik” Âmin Maalouf’un, “Arapların Gözünden Haçlı Seferleri” adlı eserinde onun için kullandığı ifade bu şekilde. Mütevazılığı ve adaletiyle halkına hükümdar değil hizmetkâr olan bir melik, bir sultan… “uzun boylu, yağız tenli geniş alınlı ve yumuşak bakışlı bir lider,” bu insanı bilmek ve anlamak, onun erdemlerine sahip olmak gerekir. Musullu tarihçi, İbn-ül Esir’in 1231 yılında yazdığı el kâmil fi’t tarih adlı dev eserinde onun için “Geçmiş zaman hükümdarlarının hayatlarını okudum ve orada Hülefa-i Raşid’in hariç Nureddin kadar erdemlisine ve adiline rastlamadım.” böyle söylüyor.
Nureddin Mahmud Zengi, halkı önünde her zaman mütevazı ve mahcup bir duruşu vardı. O ‘dinin ışığı’ anlamına gelen Nureddin yerine asıl adı olan Mahmud’u kullanıyordu. “ Hatta savaşlardan önce, ya Rabbim zaferi Mahmud’a değil İslam’a nasip et, Mahmud köpeği kim ki zaferi hak etsin.” derdi. Bir liderde, bir önderde, bir yönetici de olması gereken vasıflardan birisi de, belki de geçmişten geleceğe miras diye kaydedeceğimiz bir nokta: “Bir seferinde Nureddin’in karısı ihtiyaçlarını karşılayacak kadar parası olmadığından yakınmıştı. Nureddin, ona Humus’ta kendi mülkü olan ve yılda yaklaşık 20 dinar gelir getiren 3 dükkân verdi. Kadın bu miktarı yeterli bulmayınca Nureddin ona şöyle dedi: “Benim başka hiçbir malım yok, elimin altındaki paraya gelince; ben Müslümanların hazinedarıyım başka hiçbir şey değilim ve senin yüzünden onlara ihanet etmeye veya cehennem ateşinde yanmaya niyetim yok.”
Nureddin Mahmud b. Zengî, hayatını ortaya koyarak Haçlı Seferlerine karşı koyması ve Haçlıları bölgede tutunmalarına imkân vermeyerek bir çalışmayı başlatarak, gelecek nesile büyük bir miras bırakmıştır. Günümüz Müslümanlarına düşen bu mirasa sahip çıkma adına bölgeyi kan gölüne çevirenlere karşı Müslümanların birlik ve beraberlik içerisinde yeni tutum ve davranışlar sergileme adına bu yazımızı iyi okumak lazımdır. Bilhassa Nureddin Mahmud b. Zengî döneminde Nureddin Mahmud b. Zengî’ye bölgede en çok kötülük edenler sıralamasında yörenin Haçlıları yanında yörede bulunan Fatimiler de ilk sıralamaya girmektedir. Özellikle de o günün Fatimililerinin yaptıklarını günümüzde İran, Irak gibi mezhepsel yönden Haçlı zihniyeti ile yörenin demografik yapısını değiştirerek, kendi bölgesel otonomisini oluşturmaya çalışmaktadırlar. Bu zihniyet özellikle arkasına aldığı karanlık güçleriyle beraber yöreyi ateşe atarak Müslümanların birlik ve beraberliğini ortadan kaldırmayı hedeflemektedirler.
Nureddin Mahmud b. Zengî, Büyük Selçuklu Devleti’nin parçalanmaya yüz tuttuğu bir devirde, İslâm dünyasının büyük bir çalkantı içerisine düştüğü bir zamanda ve Haçlı ordularının İslâm âlemi üzerine sürekli akınlarda bulunduğu bir tarihte, göstermiş olduğu basiret ve kahramanlığı sayesinde, bu tehlikeleri büyük bir metanet ve cesaretle birer birer defetmesini başarmış çok büyük bir devlet adamı olduğunu ortaya koyması günümüz devlet adamlarının ideali olmalıdır.
Diğer yandan Nureddin Mahmud b. Zengî, Mısır Şiî Fatımî Halifeliği’ni ortadan kaldırıp İslâm dünyasında birliği sağlayarak gelecekteki cihan hâkimiyetinin oluşmasının temellerini atan kudretli bir şahsiyettir. Nureddin Mahmud b. Zengî, elde etmiş olduğu bu başarısını kendisinden sonra devam ettirecek olan büyük komutan ve devlet adamı Selâhaddin-i Eyyûbî’nin yetişmesini sağlamıştır. Her ne kadar kendisinden sonra devleti karışıklığa düşmüş olsa da, Selâhaddin-i Eyyûbî’nin bu boşluğu doldurması, mirasın Eyyübîler’e geçmekle devam etmesini, daha sonra Memluklar ve arkasından Osmanlılara geçmesini sağlamıştır.
Eyyübîler Devleti, Nureddin Mahmud b. Zengî’nin kurmuş olduğu devletinin bir devamı şeklinde olmuş, Memluklar Devleti de, Eyyübîler Devleti’nin birçok yönüyle devamı şeklinde olmuştur. Bu üç devletin birbirinden en büyük farkı başlarındaki hanedanlardan kaynaklanmaktadır. Devlet teşkilâtı, maddi ve manevî var oluş sebepleri aynı olması hasebiyle, aralarında hiçbir fark yoktur. Bütün İslâm devletlerinde olduğu gibi bu devletler de İslâm’ın birer elmas kılıcı olarak ehl-i küfre karşı mücadele ederek İslâm’ın üstünlüğünü cihana ilân etmişlerdir. İslâmiyet namına vatanlarını müdafaa ederek bütün varlığını bu uğurda harcamışlardır. Nureddin Mahmud b. Zengî ve onun varisi, Selâhaddin-i Eyyûbî, işte bu ruhun temsilcileri olmuşlardır. Bu iki büyük devlet adamının tarihî rollerini de birbirinden ayırmak mümkün değildir. Bazı tarihçiler, bu iki şahsiyeti Türk tarihindeki değerli simalardan sadece Alparslan ve Fatih Sultan Mehmet Han ile mukayese etmektedirler.
Diğer taraftan Nureddin Mahmud b. Zengî olmasaydı, Selâhaddin-i Eyyûbî gibi büyük bir devlet adamı yetişemezdi. Selâhaddin-i Eyyûbî gibi büyük bir devlet adamı olmasaydı, Nureddin Mahmud b. Zengî’nin eserinin sona ereceği kanaati bazı tarihçiler arasında yaygın bir kanaat olarak bilinmektedir. İşte bu çalışmamızda Türk-İslam tarihinin ender yetiştirmiş olduğu tarihi kahramanlardan olan Nureddin Mahmud b. Zengî’yi ve özelliklede Haçlılarla yaptığı başarılı mücadelelerini ortaya koyarak yeni neslimize yönelik mesajlar ortaya koymaya çalışıyoruz. İnşallah anlayan kullardan oluruz.…
İşte bugün Orta Doğu’nun başına gelenler, elbette ki, basiretsiz devlet adamlarının olması yanında halkın uzun süre yönetme ve yöneltilme problemleri olması yanında, yüzyıla yakın bölgenin doğal kaynaklar yönüyle dünyanın en zengin bölgesi olması hasebiyle emperyalist ve sömürgeci devletler bahsi geçen bölgede kamplarını hemen kurmaya başladılar. İşte bu sebepten dolayı bahsi geçen Müslüman ülkelerin yöneticileri ve yönetilenleri Kur’an’a ve Kur’an’ın emrettiği kardeşliğe sahip çıkarak. Hem bu dünya hayatında hemde ahirette mutlu yaşamın kaynaklarına ulaşabiliriz. Tarihi kaynaklarımızda ecdadımızdan alacağımız o kadar hayırlı yöneticilerimiz var ki, yeter ki ecdadımızın yönetim anlayışını günümüze aksede biliriz..
MEHMET EMİN YAĞMUR
TURGUT ÖZAL ANADAOLU LİSESİ
DİN KÜLTÜRÜ VE AHLAK BİLGİSİ ÖĞRETMENİ
İLAHIYATÇI-İKTİSATÇI-İSLAM TARİHÇİSİ
Tlf:05369696634 yagmurhoca@hotmail.com