Türkiye’nin çok partili döneme geçişi Adnan Menderes Başbakanlığında Demokrat parti döneminde kesintisiz yaklaşık 10 yıl iktidarda kalmış, 27 Mayıs 1960 darbesi ile sonlandırılmıştı.
Son 40 yıla aşkın sürede darbe ve muhtıralar ikliminde kesintili ortak iktidar döneminden sonra Türkiye tarihinde uzun ve kesintisiz devam eden Erdoğan Başbakanlığında, halkın büyük çoğunluğunun oyları ile tek başına iktidara gelen Ak Parti dönemidir.
Türkiye bu gün yıllarca batılı emperyalist güçlerin güdümünde cuntacı zihniyetin istediği an alaşağı ettiği ''millet iradesini'' yok sayan anlayışın hayal kırıklığı yaşadığı bir dönemdir
Gezi parkı… Başlangıcı sayıları azda olsa duyarlı, çevreci gençlerin ağaç sökme ve AVM karşıtlığı masumane gösterileri, bir anda neredeyse ülke geneline yayıldı. Hassasiyetler ağaçlar üzerinden gidilirken genel bir direnişin sembolü haline geldi. İşin rengine bakarsanız fitil 1 Mayısta engellenen Taksim buluşma mitinginde bir takım marjinal gruplarca ateşlenmişti.
Bugün meydanlarda yaşananlar 28 Şubat sürecinden sonra 27 Nisan 2007 de Cumhurbaşkanlığı seçimlerinde meydan mitinglerinde Başbakan Erdoğan karşıtı “laiklik” elden gidiyor diyen iç ve dış uluslararası bir takım ”sanat, sermaye ve medya” baronlarının kaos senaryolarının tekrarı gibi…
Devam eden Ak Parti’nin 10 yıllık iktidarı döneminde kronikleşmiş vesayet direncinin kırılması, kamusal ve özel alan olmak üzere her alanda devrim sayılabilecek yenilik ve değişiklikler gerçekleştirmiş, yanı başımızda AB üyesi komşumuz Yunanistan ekonomik kriz yaşarken, yıllardır ülkenin ensesine kene gibi yapışan İMF ‘ye borçlarını ödemiş, hatta aynı İMF’ye borç verir hale gelmişiz.
Ortadoğu da küresel gücün merkezine yerleşmeye çalışan “Türkiye’nin bazı dış merkezler tarafından kendi içinde ve bölgesinde mezhep çatışmasının içine çekilmeye çalışıldığını görüyoruz”
Rotahaber de yer alan, konu hakkında ‘Milat’a konuşan Türk Ocakları Başkanı Nuri Gürgür, söz konusu planların merkez üssünün Almanya, İngiltere ve Fransa olduğunu belirterek, hükümeti, muhalefet ve kamuoyunu uyardı. Gürgür, “Türkiye bu konuda bazı dış merkezlerden epeyce bir zamandan beri tahrik ve yönlendirme yapılmaya çalışıldığını biliyoruz. Aleviliği tamamen İslam’ın dışında farklı bir din gibi gösterme çalışmaları sistemli bir şekilde yürütülüyor. Reyhanlı da görüldüğü gibi konu kitlesel bir gerginliğe dönüştürülmeye çalışılıyor. Almanya, İngiltere ve Fransa da bu tür çalışmalar yapılmakta ve gerilim oradan körüklenmektedir. Bu durum yıllardan bu yana değişmez bir gerçektir. Bu senaryolar oradan yazılıyor ülkemizde hayata geçiriliyor” diye konuştu.
İşte asıl rahatsızlıkları
Türkiye’nin Mayıs ayında iki büyük projeyi gerçekleştirmek üzere düğmeye bastığını hatırlatan Gürgür sözlerini şu şekilde sürdürdü: “Kanal İstanbul ve yeni havaalanı. Bunların ikisi de sadece ülkemizi değil, Batılı merkezleri de çok yakından ilgilendiriyor. Çünkü Kanal İstanbul ile boğaza paralel yeni bir güzergâh oluşacak, böylece Montreu Sözleşmesi’nin Türkiye’yi bağlayan hükümleri geçersiz hale gelecek. Üçüncü havalimanı ise, kapasitesiyle İstanbul’un bir finans merkezi olmasının önünü açacak; Londra ve Frankfurt gibi iki büyük finansal ve ekonomik alan gölgede kalacak. Bu ihtimal buraları merkez yapmış olan büyük Batılı finans kuruluşlarının doğal olarak işine gelmiyor.”
Sonuç olarak; Bazı kesimlerin ''millet iradesini” yok sayarak daha çok özgürlük ve demokrasi söylemleri ile ideolojik karanlığın körlüğünde ülkesi için dışarıdan medet uman anlayışla Ülkemizi hedef alan iç ve dış aktörlerin oyunlarının bozulmasıdır.