İSLAM kelimesi S,L,M köklerinden türemiştir. İki anlamı vardır:
1- Barış, huzur, selamet, esenlik,
2- Teslim olmak.
Bu iki anlamı tek cümlede şöyle özetleyebiliriz.
İslam ;" barış ve huzur içinde yaşamak için Allah’ın kanunlarına ( K.Kerim’e) teslim olmak demektir. "İslamiyet’in hâkim olduğu her yerde barış ve huzur, İslamiyet’in olmadığı veya eksik, yanlış, hatalı uygulandığı her yerde de kan ve gözyaşı olmuştur. Buna tarihten örnekler verelim:
Yer Mekke: Mekke’ye Ehli küfür, şirk, gayri İslami bir dünya görüşü hâkimken, yönetim İslam olmayanların elinde iken ( Ebu Leheb, Ebu Cehil... ) Mekke’de kadın satma, içki içme, putlara tapma, halkın inançlarını sömürme, kan davası, asabiyet (ırkçılık) ... Hâkim idi.
Bunlara karşı olan İslam bir din (yaşam tarzı-şekli) olarak ortaya çıkınca çarklarının bozulacağını anlayan, sömürülerinin son bulmasından endişe duyan gayri İslami görüşlü yöneticiler, Müslümanlara; işkenceye, baskıya başlarlar.
Önce Müslümanlar dövülür, hakarete maruz kalır, hapsedilir... Zamanla can - mal güvenlikleri kalmaz. Aç - susuz, yıllarca toplu yaşamaya mecbur edilirler. İçlerinden şehit düşenler olur. Öyle ki artık Müslümanlar ev, toprak, hatıra, anılarını... geride bırakıp Mekke’yi terk etmeye zorlanırlar. Aile ve akrabalarından, her türlü mallarından, çocukluk, gençlik anılarından uzaklaşıp, parasız, maddi hiçbir destekleri olmaksızın, sadece inançları için, bir bilinmeyene doğru yolculuğa çıkarlar.
Medine: Yeni bir mekân, yeni bir çevre, yeni şartlar... Ve her şeye yeniden başlama. Ama zorluklar bu kadarla da sınırlı değildir: Mekke’li müşrik-kâfirler Müslümanların geride bıraktıkları malları satmak için bir ticaret kafilesi kurarlar. Müslümanlar buna engel olmak için Bedir savaşını; sayıca, silahça az olmasına rağmen göze alırlar ve sonuçta savaşı kazanırlar. Uhud savaşı: Bedir’in intikamını almak için savaşı başlatan taraf yine müşrikler olur... Hiç bir şekilde başarıya ulaşamayan müşrikler Medine’nin çevresini sarıp (Hendek Savaşı) Müslümanlığı yok etmeye çalışırlar...
Mekke’deki müşrik bataklığı kurumadıkça müşriklerin saldırılarını önlemek imkânsız hale gelmiştir. Hz. Resul Mekke’ye sefere çıkar ve Mekke’yi kan akıtmadan fetheder. Tüm müşrikler Hz. Resul’ün mübarek ağzından çıkacak sözlere göre muamele göreceklerdir. Daha 10 yıl olmamıştır. Korkutma, sindirme, iftira, öldürme, açlık ile yıldırılamayan bir hareketin lideri, karşısındaki yenik müşrik topluluğuna bir konuşma yapar ve en son olarak onlara şunu sorar: Siz benden ne gibi bir davranış bekliyorsunuz. Mekke’li müşrikler; biz seni adil biri olarak tanıdık ve senden ancak adalet bekliyoruz derler. Hz. Resul, zalim olan bu topluluğa:
"Ve entumüttuleka", hepimiz hürsünüz, serbestsiniz buyurur ve rahmet, peygamber olduğunu bir kere daha ispat eder. Gayri İslami yönetimde Mekke’de kan, zulüm... Vardır. İslami yönetimde hoş-görü, özgürlük ve af.
Yer Kudüs: Haçlı (Hıristiyan taraftarlarının) seferleri başlamıştır... Avrupa’dan yola çıkan hapishaneden çıkartılmış, serseri, katil insan sürüleri Kudüs’ü işgal ederler, ele geçirirler. Haçlılarla gelen batılı bir tarihçinin cümleleri ile “Kudüs’ün her yeri kan gölüne” döner. Kudüs’teki tüm Hıristiyan ve Yahudiler öldürülür. Binlercesi insafsızca ve bir ibadet aşkı ile acımasızca...
Peki, Müslümanlar Kudüs’ü fethetmiş iken idareyi ele geçirmişken durum nasıldı: ... İslam orduları Kudüs’ü fethetmişlerdir. İslam ordusu komutanı, Halife ( Hz. Resul’den sonraki İslam devletinin yöneticisi ) Hz. Ömer’e haber gönderir Kudüs fethedildi buyurun gelin. İsmi adaletle özdeşleşmiş olan bu insan, bir devlet başkanı, yeni bir şehri fetheden orduların lideri, bir deve ve bir hizmetçi ile yola çıkar. Deveye sıra ile binilmekte yürüyen kişi deveyi ve yularını tutmaktadır. Nöbetleşe binilerek Kudüs’e yaklaşılır. Deveye binme sırası hizmetçiye gelmiştir. Hizmetçi, ben sıramdan vazgeçtim buyurur siz binin der. Fakat Hz. Ömer bunu kabul etmez ve hizmetçisini deveye bindirir. Yeni fethedilen şehrin ahalisi ve İslam ordusu yaklaşmakta olan kafileyi seyretmektedir: Hizmetçi deveye binmiş, Devlet Başkanı Hz. Ömer devenin yularını tutmuş şehre doğru yaklaşıyor. Çevresinde ne muhafız alayı ve ne süslü elbiseleriyle yardımcıları... Karşılarında sadece adil bir lider vardır, Hz. Ömer.
Halife Ömer şehre girer. Kudüs’ün Hıristiyanları Hz. Ömer’e kompliman yarışına girerler. Buyurun kilisemiz de namaz kılın derler. Hz. Ömer ibretlik ve ince düşüncenin mahsulü bir cevap verir:
“ Eğer ben sizin kilisenizde namaz kılarsam, benden sonra gelen Müslümanlar da bu kilise de namaz kılmak isterler, kilisenizi elinizden kaybedebilirsiniz .” Sonra tüm gayrimüslimleri serbest, ibadetlerinde hür bırakır.
Haçlıların işgalindeki Kudüs ve İslam ordularının fethettiği (barış ve huzura açtığı) Kudüs arasındaki fark ortadadır. Çünkü dinleri, dünya - ahiret görüşleri, olaylara bakış açıları farklıdır.
Yer İspanya(Endülüs) : Haçlı Avrupa devletleri İspanya’da bulunan Endülüs Emevi İslam ülkesine saldırırlar. Üç tarafı da deniz ile çevrili ülkenin dördüncü yönünden (Avrupa’dan) Hıristiyanlar İslam ülkesine girerler, işgal ettikleri yerleri yakıp yıkarlar. Akdeniz’den gemilerle Afrika’ya veya Osmanlıya kaçıp sığınan kurtulur, geri kalan tüm Müslüman ve Yahudiler, Avrupalı barbar Hıristiyanlarca katledilir, öldürülür.
Hâlbuki Emevi Müslümanları İspanya’yı fethettiklerinde İspanya’yı Endülüs’e çevirirler. Ülke baştanbaşa bir ilim- kültür merkezi haline getirir. Avrupa’dan öğrenciler Endülüs’e ilim tahsiline gelirler. Avrupa ülke krallarının saray kütüp-hanelerinde var olan kitap sayılarının katbekatı bir Müslüman âlimin mütevazı evlerinde bulunmaktadır Endülüs’te...
Haçlı işgalinde (her zaman olduğu ve olacağı gibi ) kan ve ölüm ülkesi olan İspanya, İslam fütuhatından sonra ilim, kültür merkezi olan Endülüs. Yer aynı ama kıstas, prensip fikirler farklıdır.
Yer İstanbul: Haçlı seferleri esnasında Avrupa’dan gelen ( Katolik) haçlılar Avrupa’dan , İstanbul kapılarına dayanırlar. Kapılarınızı açın İstanbul’dan geçelim. Sizinde düşmanınız olan Müslümanları ve İslam’ı yok edelim derler. İstanbul’daki Bizanslı ( Ortodoks) Hıristiyanlar için bu teklif bulunmaz bir nimettir. Kapılar Hıristiyan ordularına açılır ve Katolik haçlılar, Ortodoksların şehri İstanbul’a girince yağmalamaya, çalmaya, katliama başlarlar. Kiliseleri yağmalarlar, Hıristiyanları öldürürler... Son anda haçlıların İstanbul’u terk etmesi Bizanslılarca sağlanır. Böylece Hıristiyanlarca, bir Hıristiyan şehrinin işgali pahalıya mal olsa da önlene-bilir.
Yıl 1453. Fatih Sultan Mehmet on binlerce şehit vererek İstanbul’u fetheder. On binlercesi okla, kızgın yağla, taşla, işkence ile şehit edilerek Müslümanlarca fethedilebilen İstanbul’a Fatih S. Mehmet girerken, Hıristiyan kızlar ona çiçekler sunmaktadırlar. Fatih Sultan Mehmet kendi dindaşlarının yaptıklarını İstanbullu Ortodokslara reva görmez herkesi tıpkı atası ve önderi Hz. Resul gibi özgür ve hür ibadetlerinde serbest bırakır. Fetih sembolü olarak Ayasofya Camiye çevrilir.
Yer Bosna: 1990’lı yıllar. Yugoslavya devleti yıkılmış, üçe ayrılan devletin Hıristiyan olan Sırp ve Hırvat tarafları hem birbirleri ile ama her ikisi birden Müslüman olan Bosnalılarla savaşa başlarlar. Yıllarca yan yana yaşadıkları Müslümanlara hoşgörü, acımak... Yoktur. İnsan (Hıristiyan) hakları beşiği Avrupa’nın ortasında 3,5 yıl bir halk topluca işkenceye tabi tutulurlar. Homoseksüelliğin, lezbiyenliğin, hayvanlarla cinsel ilişkinin yaygın olduğu Avrupa’nın ortasında namus kavramını kutsal sayan Müslümanlara, planlı bir şekilde saldırılar yapılır. 3 yaşından 70 yaşına tek çocuk, kız, kadın, nineye... Tecavüz edilir. Erkekler boğazlanarak, kırık cam şişeleri ile beyinleri sert cisimlerle patlatılarak... Öldürülür, çocuklar canlı canlı doğranır...
Müslümanlar, demokratlar, hümanistler... Bakar, konuşur, kınar... Ama pratik hiçbir şey yapılmaz.
Osmanlılar ise, Yugoslavya’da 400 yıl hâkimiyet sürmüşlerdir. İslami yönetimde geçen yüzyıllar boyunca Hırvat ve Sırplar dinlerinden dönmeye zorlanmazlar. Özgürlük-hoşgörü sınırları çerçevesinde barış içinde dinlerini yaşarlar. Bosnalılar kendi istekleri ile Müslüman olurlar. İstenirse planlı bir çalışma ile 20-30 senede tüm Balkan devletleri zorla Müslüman yapılabilecekken- İslam dini buna karşı olduğu için- tüm dinler bir arada, zorlama olmadan barış içinde yaşarlar. Yüzyıllarca İslam hâkimiyetinde barış içinde yaşamış Hıristiyan toplumlar Osmanlının yıkılması ile 1900’lü yıllarda Yugoslavya’nın baskıcı rejimin çökmesi üzerine 1990’li yıllarda tek taraflı olarak Müslümanlara karşı savaş ve zulme başlarlar.
Güneydoğu’da günümüzde varlığını devam ettiren yezidiler vardır. Yaklaşık bin yıldır İslam yönetiminde bulunan bu toplulukların, kendilerini yönetenlerin inançları ile 180 derece zıt bir inanca sahip oldukları halde yaşam ve inançlarının devamına izin verilmiştir. Ya Osmanlı yerine bir Hıristiyan ülke olsaydı Türkiye, Yezidiler varlıklarını ne kadar süre devam ettirebilirler di acaba?
Yer ve topluluk örnekleri çoğaltılabilir: İspanya’dan kurtarılan Yahudiler kendilerini kurtaran Osmanlı İmparatorluğu’nu yıkmada etkin rol oynarlar... Ermeniler Osmanlı idaresinde barış ve huzur içerisinde yaşarken ellerine geçen ilk fırsatta Osmanlıyı arkadan hançerlerler...
İslam barış dinidir, barışın dinidir. Hâkim olduğu yerde huzur barış vardır. Olmadığı yerde ise kan ve zulüm.
Günümüzde dünya geneline baktığımız zaman kanı akan tüm toplumların Müslüman oldukları görülür: Irak, Azerbaycan, Kıbrıs, Keşmir, Filistin, Kosova, Bosna, Çeçenistan, Libya, Cezayir, Tunus... Kan akıtan tarafa bakınca ülke ismi farklı olsa da dinlerinin hep aynı olduğunu görürüz: Gayrimüslimler.
Bu böyle devam edecektir ta ki biz Müslümanlar Kuran’a teslim olana, dolayısıyla barışa, huzura ulaşana kadar.
MEHMET EMİN YAĞMUR
ORDUZU KİREÇOCAĞI CAMİ
İMAM-HATİBİ