Bazı Şarkılar

Bazı Şarkılar

Leyla Keleş (Malatya Gerçek Haber)

  

Derler ki; Kalu Bela'da Rahman (c.c.) nidasıyla seslendi ruhlarımıza. Ruhlarımız "o sesi" unuttu belki ama o unutuş içinde, hep bir hatırlama isteği taşıdı. Rivayet bu ya; insanoğlu dünyada her duyduğu sesi O'nun (c.c.) sesine benzetti ve O'nun sesi diyerek duyduğu tüm sesleri dinlemekten kendini alamadı. Defalarca duymak istedi O'na ait sandığı sesleri. Bir şarkıda buldum sandı, dinledi dinledi o olmadığını anladı. Sonra bir kuş sesini benzetti, dinledi, yine o değildi. Bir enstrümanda buldu sandı ama o da değildi işte. Bulamadı o güzellikte bir ses. Aradı durdu. Aradıkça başka bir nağmeyi benzetti, dinledikçe o olmadığını anladı. Ve bu arayış, böyle yüzyıllarca devam ede ede "Müzik ruhun gıdasıdır" bile dedirtti insanoğluna.

Gerçekten böyle midir? Müzik ruhun gıdası mıdır? bilmiyorum ama şu bir gerçek ki ben de herkes gibi çok zaman bir şarkıda, bir melodide, bir kuş sesinde hatta bazen su sesinde bile ruhumu dinlendiririm. Bundandır; insanoğlunun müziğe karşı hep bir merakı olmuş ki müzik zamanla kendini ifade biçimi, bir sanat dalı, hatta birçok insan için ekmek kapısı haline gelmiştir. Ama ben, işin sanatsal ve ruhsal kısmıyla ilgilendiğim için müzikten kazanılan parayla çenemi çok fazla yormadan; kalemimi, sözlerinde kendimi bulduğum, melodilerinde kaybolduğum şarkılardan bahsetmekle yoracağım.

Bazı şarkılar, kıskanılır. Öyle güzeldir ki hikayeleri...Yaşanmışlıklarından çok yaşanamayan hikayeleri vardır çoğunun. Çoğu sevdanın kalpten taşan kısmı, gözlerden düşen yaşların kağıda çizdiği kelimeler... Nerede, ne zaman yazıldıkları, kim için yazıldıkları, hangi hisle ve hangi ilham perisiyle yazıldıkları hakkında zerre kadar bilmeden defalarca dinlediğimiz şarkılar.. 

İlk aklıma hepimiz için belki de artık bir klasik olan "Hasretinle Yandı Gönlüm" geliyor. Belki ortaokul yıllarımdan beri mütemadiyen aklıma gelen ve kendi kendime mırıldanmaktan büyük zevk aldığım inanılmaz güzel bir eser. Çok zaman, Edip Akbayram'la özdeşleşse de ben çoğunlukla bu şarkıyı Zara'dan dinlemeyi tercih ederim. Yazımı yazarken yaptığım araştırma ile denk geldiğim, defalarca kendisinden dinlediğim halde kim olduğunu yeni öğrendiğim Seha Okuş hanımefendi, şarkıyı seslendiren tüm sanatçıları diğerleri olarak tanımlamama sebep oldu. Şarkıyı, şimdi dinliyorum. "Aramızda karlı dağlar, hasretin bağrımı dağlar, çaresizlik yolum bağlar..."  Şarkının ilk olarak 1972 yapımı Dönüş isimli bir film için Yalçın Tura tarafından yazılıp bestelendiğini de yeni öğreniyorum. Öyle bir şarkı ki filmini gölgesinde bırakıp yaklaşık 45 yıldır dillere dolanmış ve defalarca seslendirilmiş. Sevmemek, dinlememek elde değil. Edip Akbayram'ın şarkının ünlenmesinde ve sevilmesindeki payını da görmezden gelemem. Neticede ilk kez ondan dinledik çoğumuz. Belki bir 50 yıl, belki de bir asır daha dinlenir bu şarkı; kim bilir belki de kıyamete kadar dokunur yüreklere.

Türkü denilince akla 'hasret', hasret denilince de akla "Telli Turnam" türküsünün gelmemesi mümkün müdür? Söz-müzik Musa Eroğlu'na ait. Bu türkü de benim ortaokul hatta belki ilk okuldan beri aklımda yer etmiştir. Sözlerinin tümünü bilmediğim halde nakarat kısmı bile saatlerce mırıldandığım için uzun bir türkü söylemişim hissi bırakır bende... Bir de dikkatimi çok çeker; bizim türkülerimizde kuşlara farklı misyonlar yüklemek gibi bir gelenek var. O kadar güzel benzetmeler, kişileştirmeler, kuşlardan medet umacak hale gelişler vardır ki türkülerde bu konuda inceleme yapmak gerektiği hissine kapılırsınız biraz düşününce. Ben bir süredir bu konu üzerinde  bir yazı yazma planı yapıyorum kafamın içinde. İnceleme türünün güzel bir örneği olma ihtimali kadar deneme türünde de etkili olma ihtimali var konunun, benim fikrimce.  Kuşların türkülerimizdeki yeri konusunun cazibesini sanatsallık ekseninde tutma isteğim ile konunun bilimsel yönünün araştırılmaya değer oluşu kafamın içinde yarışır durur. Onlar yarışa dursun; siz Musa Eroğlu'ndan veya Yavuz Bingöl'den dinleyin bu güzel türküyü...    

Yine sözleri Musa Eroğlu'na ait mükemmel bir türküdür "Yare Söyleme"... Bu türküyü Zara'nın mükemmel sesinden dinlemelisiniz. Türkünün içinde bir ney sesi var ki mest olmamak elde değil. Zara'nın sesine de hayran olmadan geçmeyin derim.

Türküler, şarkılar dedik, güzel dedik ama benim dinlediğim, bir de özgün müzik türünde eserler var ki onlardan söz etmeden bahsi kapatmak olmaz. Ezgi dediğimiz bu türün en güzel örneklerini, lise yıllarımda ahretliğim Fatma ile boş derslerde çoğunlukla gündemimiz olan Eşref Ziya, Mustafa Cihat ve Alper Kış üçlüsünden dinliyoruz. Bu üçlü bana göre, akıllardaki ilahi sanatçısı ve ilahi profilini yerle bir etmiştir. Seslerini ilk başlarda sadece dindar gençliğe duyurabilmiş gibi görünseler de yaptıkları müziğin kalitesi ve sadece dindarlara hitap etmeyen yönleriyle de adlarını duyurmaya başladıklarının örnekleri mevcuttur.

Eşref Ziya...Aslında onun onlarca güzel eseri arasından hangisini seçeceğimi bilmiyorum. Sensin Gülüm, Ağlama Karanfil, Ne Hallerdeyim, Kan Gibi, Söyle İstanbul, Dağlar Geçit Verin, ve daha bir dolu mükemmel ezgiyle karşılaşırsınız onu dinlerseniz. Eşref Ziya'nın müzik dışında bir başka yönü de baş rolünde oynadığı bir sinema filminin olmasıdır. The İmam filmi, 2005 yılında güzel memleketim Malatya'nın gül diyarı Darende ilçesinde çekilmiştir. Kardosu mükemmel olan bu filmin,  toplumumuzun bir kesimince dine-dindarlara yanlış bir ön yargı ile bakıldığını anlatan, imam hatiplilerin uzun saç, deri mont, bileklik, motor gibi argümanlarla ne işi olur dediğimiz kalıplaşmış fikirlerimizi yerle yeksan eden, dramı yoğun bir hikayesi var. Eee The İmam demişken Mustafa Cihat'a değinmeden olmaz. Filmin yapımcılığı ve müzikleri Mustafa Cihat'a ait. Film, sinemacılık açısından istediği başarıyı elde edememiş ama benim döne döne izlediğim ve çoğu esprisini günlük hayatta kullanmaya bayıldığım bir film olarak aklımda hep kalacak...

Mustafa Cihat'ı bilenler en çok "Emri Olur" eseriyle bilmiştir.  Bense onu yine lise sıralarında "Can Dedim" eseriyle dinlemiştim ilk kez. Ne güzel bir ses. Mükemmel müzikler... Dinleyin hak vereceksiniz bana. Emri Olur eserini, öncelikle Mustafa Cihat'ın sesinden dinleyin. Şimdilerde İMERA adlı bir grup da Karadeniz müziğine uyarlayarak seslendirmiş. İkisi de güzel. Dinleyin tarafınızı seçin :)

Nerden nereye... Şarkılardan, türkülerden, ezgilerden filmlere kadar geldi konu. Sanat, böyle bir şey işte; hangi dalını tutsanız yaprakları diğer dalına değen ve iç içe geçtiği için daha da güzelleşen ve büyüyen bir ağaç. Mühim olan sanatı ve sanatçıyı iyi iş çıkardığında takdir edebilmeyi ve bunu yerinde ve zamanında yapabilmeyi toplum olarak sağlamamızdır. Neye inanırsak inanalım, nasıl yaşarsak yaşayalım sanatı hayatımızdan çıkarmamalıyız. Bu arada benim şarkılarım, türkülerim, ezgilerim bitmedi daha. Yakın bir zamanda yazımın ikincisi de çıkar muhtemelen. Sanatı sevin, hayatı daha çok seveceksiniz. İyi dinlemeler...

Yazar Yazıları Haberleri