Bir yanımız hep hasta ama biz hissedemiyoruz. Dün Arakan'da, Patani'de, Somali'de, Mısır’da, bugün Suriye’de yaşanan ve yarın bilemem hangi ülke Müslümanlarının yaşayacağı acıları yüreklerimizde hissetmemiz gerekmiyor mu? Biz Müslümanlar tek bir vücut gibi değil miydik?
"Kalpte iman ve haset bir arada bulunmaz" buyuruyor Peygamber(asm). İçimizde bir Müslümana karşı nokta kadar su-i zan, kin ve haset barındırıyorsak, titrememiz gerekmiyor mu? Bu kadar mı şuursuzlaştık?
Peygamber(asm)'ın sünnetini bile belli kalıplara hapsettik. O'nun gibi giyindik, O'nun gibi yedik. O’nda bizim için güzel örnekler vardı; O hep Kuran’ı yaşadı, ya bizler? İnsanlığın kurtuluşuna dair bize sunduğu onlarca reçeteden hangisini uyguladık? Bir türlü şifa bulamamamızın sebeplerinden biri de bu değil mi?
Mehmet Akif şu mısraları ile sesleniyor bize:
"Hiç sıkılmaz mısınız Hazret-i Peygamberden?
Ki uzaklardaki bir mü'mini incitse diken,
Kalb-i pâkinde duyarmış o musibetten acı,
Sizden elbette olur rûh-u Nebi dâvacı."
Diğer Müslümanlar ile aramızın açılmasına ve birlik ruhumuzun zayıflamasına sebep olan kin, haset ve düşmanlık duygularını kalplerimizden söküp atmalı, yerine sevgi, tesanüd ve kardeşlik duygularını yerleştirmeli. "Eğer mü'min iseniz Allah'tan korkup-sakının, aranızı düzeltin ve Allah'a ve Resulü'ne itaat edin" (Enfal Suresi, 1) hükmü gereği dargınlıklar bitmeli.
Bugün artık geçmişte yaşananları unutma, Allah’ın ipine hep birlikte sarılma, zorluklara birlikte göğüs germe, saflar halinde küfre karşı durma zamanıdır. Vicdanımızı diri tutarak bir boynu çözme, aç yetimi ve sürünen yoksulu doyurma zamanıdır. ‘Sarp yokuş"u hep birlikte aşma zamanıdır. İslam Alemi Asr-ı Saadet’in Muhacir ve Ensar’ı gibi kaynaştığı, dost ve kardeş olduğunda; bütün bunlar gerçekleştiğindedir asıl bayram.
Bediüzzaman için İslam birliği bir bayramdır. Milyonlar “Allahu ekber” sadalarının hep bir ağızdan bütün dünyayı çınlattıkları bir muvahhidin bayramıdır. Bediüzzaman bayramımızı tebrik ediyor ve gelecekte insanlığa bayramı getirecek olanın Kur'an-ı Hâkim olduğunu müjdeliyor:
“Aziz, sıddık kardeşlerim; Ruh-u canımızla mübarek bayramınızı tebrik ediyoruz. İnşallah, âlem-i İslâm’ın da büyük bir bayramına yetişirsiniz. Cemahir-i müttefika-i İslâmiyenin kudsî kanun-i esasiyelerinin menbaı olan Kur’an-ı Hakîm, istikbale tam hakim olup beşeriyete tam bir bayramı getireceğine çok emâreler var." (Emirdağ Lâhikası)
Kur'an insanları özgür kılmak, zayıf bırakılmışların eziyet görmemesini istiyor. Müslümanların yetime ve yoksula yardım etmelerini buyuruyor. Ve birbirlerine sabrı ve merhameti tavsiye etmelerini. Zulmü, kan dökmeyi, can yakmayı değil, merhameti emrediyor. Kur'an ahlâkının hâkimiyeti ile yeryüzündeki kan, ıstırap ve acı denizleri nur denizine, muhabbet denizine, sevgi denizine dönüşecektir.
Bayram sevinç günüdür. Bizler bu sevinci yalnızca kendi kalplerimizde yaşamak yerine acı, gözyaşı, şiddet, savaş, ekonomik zorluklar ve yoksulluğun gölgesinde yaşayan, bayram sevincine hasret din kardeşlerimizin kalplerine de aynı sevinci koysak? Arık bayramın ruhunu gerçek anlamda yaşasak?